10 Eylül 2011 Cumartesi

MUHALEFETİ “ÖLDÜREREK” SUSTURMAK!

PKK’nın Avrupa’da işlediğini cinayetlerin listesini çıkarmak ve bunlarla ilgili önemli ayrıntıları belirlemek, yaklaşık iki haftasını almıştı Cengiz’in. Sonunda da oturup toparladıklarını son bir kez okumuştu. Eğer o an biri duygularını sorsaydı, hiç duraksamadan ‘irkiltici ve mide bulandırıcı’ derdi.

Avrupa’daki bilinen ilk cinayetini Batı Berlin’de işlemişti örgüt. Kurban, Murat Bayraklı adında 22 yaşında, Tunceli doğumlu eski bir PKK yandaşıydı. İlk başlarda çok aktif bir örgüt üyesiydi kendi de, ama zamanla uygulanan acımasız yöntemlerden rahatsız olmaya başlamıştı. Ne var ki, örgütten kopmanın çok tehlikeli olduğunu da biliyordu. Bu nedenle, 1983 yılında Türkiye’den Yunanistan’a kaçmış, oradan Batı Berlin’e geçip başını sokacak bir ev ve çalışacak bir iş bulmuştu. İsveç’te yaşayan hemşerileriyle sık sık telefon konuşmaları yapıyordu. Daha sonra Stockholm’de öldürülen Çetin Güngör’le Batı Berlin’de buluşmuştu bir ara. Çevresindekilere hep ‘PKK’nın intikamından korktuğunu’ söylüyordu. Haksız da çıkmamıştı sonunda. Örgüt, gerçekten de gaddar bir infaz uygulamıştı Murat Bayraklı’ya. Önce çelik bir telle boğulmuş, sonra cesedi kentin parklarından birindeki çöp konteynerine atılmış, peşinden de konteyner ateşe verilmişti. 3 Haziran 1984 günü yangın ihbarı alıp olay yerine giden itfaiye ve polisin elinde kömürleşmiş bir ceset vardı yalnızca. Kimlik tespiti için yine da parmak izi almayı başarmıştı Berlin Polisi. Sonunda da, yanıt Yunanistan’dan gelmişti. Eldeki izler, ilk iltica ettiğinde Yunan Polisi’nin Murat Bayraklı’dan aldığı parmak izleriyle örtüşüyordu. Katili ise bulunamamıştı.

Gariptir ki, ikinci cinayet İsveç’te sahnelenmiş ve Uppsala’da Enver Ata öldürülmüştü. Takvimler 20 Haziran 1984’ü gösteriyordu. Yani Murat Bayraklı’nın öldürülmesinin üzerinden yaklaşık 2 hafta kadar geçmişti. Aradaki fark, Ata’nın katili Cevdet Kılınç’ın yakalanmış ve suçunu itiraf etmiş olmasıydı.

Üçüncü cinayet yine Batı Almanya’daydı. Kurban PKK’nın en aktif üyelerinden biri olarak bilinen ve hatta bir ara Alman Polisi’nin bazı muhalif PKK’lıların öldürülmesine doğrudan karıştığı kuşkusuyla özel inceleme altına aldığı Zülfü Gök’tü. Ama aniden ayrılmıştı örgütten. Bazı önemli PKK liderlerinin yaptığı tüm baskılara rağmen de geri dönmeyi kabul etmemişti. 7 Ağustos 1984 günü, Batı Almanya’nın Rüsselsheim kentinde, kendi kullandığı arabanın içinde oturmuş, tıkanan trafiğin açılmasını bekliyordu. Birden biri koşarak Gök’ün arabasının yanına gelmişti bu sırada. Sonra da sol ön kapıyı açıp iki el ateş ederek, onu göğsünden ve başından vurmuştu. Kurban daha hastaneye götürülemeden ölmüş ve saldırganın 7.65mm çapında bir silah kullandığı belirlenmişti. Katil kısa süren bir takip sonucunda yakalanmıştı ama. Polisini belirlemesine göre adı Ali Aktaş’tı. 22 yaşındaydı ve tek kelime  bile ifade vermeyi reddetmişti. Buna rağmen yargılanmış ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı.

Polis doğaldır ki Zülfü Gök’ün evinde sıkı bir arama yapmış ve bazı önemli belgeler elde etmişti bu arada. Bunlara göre, daha sonra İsveç’de Stockholm Halkevi’nde öldürülen ‘Semir’ kod adlı Çetin Güngör’le tanıştığı anlaşılıyordu. Dikkati çeken bir nokta da, uzun yıllar İsveç’de yaşayan sonra da PKK’nın Avrupa Temsilcisi olan avukat Hüseyin Yıldırım’ın sevgilisi Fatma’nın da Rüsselsheim’de yaşamakta oluşuydu. Polisin elinde ayrıca Zülfü Gök’ün öldürülmeden kısa süre önce Hüseyin Yıldırım’la görüştüğüne ve İsveç’teki PKK’lılardan birinin Gök öldürülmeden hemen önce Batı Almanya’ya geldiğine ilişkin bilgiler vardı.

Dördüncü cinayet Fransa’nın Reims kentinde işlenmişti. Kurban, 35 yaşındaki Hasan Kavak’tı. 1979-82 arasında Batı Almanya’nın Köln kentinde yaşamış ve aktif olarak PKK’ya hizmet etmişti. Fransa’ya taşındıktan sonra ise Aralık 1982’de örgütten ayrılmaya karar vermişti. İlk tepkileri de kendisi gibi Reims’de yaşamakta olan diğer PKK’lılardan almıştı. Bu tepkiler biraz gürültü oluşturmuştu anlaşıldığı kadarıyla ki, polis de duymuş ve soruşturma başlatmıştı. Köln’de, örgütten ayrılanların cezalandırılmasıyla ilgili bir toplantı yapıldığı iddialarıyla ilgili duyumlar ise kimsenin konuşmaya yanaşmaması yüzünden sonuç getirmemişti. 25 Ocak 1985 günü de polis Hasan Kavak’ın cesedini bir otel odasında bulmuştu. Boğazına dolanan bir sicimle boğulduğu anlaşılıyordu. Katilinden ise iz yoktu.

Hollanda’nın Utrecht Kenti’ne bitişik Vinkeveen Kasabası, PKK’nın Avrupa’daki beşinci cinayetine, ya da en azından bunun son kısmına sahne olmuştu. Takvimler 25 Nisan 1985’i gösteriyordu. Kurbanın elleri arkasından bağlanmış, feci derecede işkence edilmiş sonra da boğularak öldürülüp, kanala atılmıştı. Adı Mehmet Sürücü’ydü. 1982 yılında İsveç’e iltica etmiş ve 1984’e kadar burada kalmıştı. Bu süre içinde değişik kişilerin, bu arada da daha sonra Uppsala’da öldürülen Enver Ata’nın evinde yatıp kalkmıştı. Ardından Hollanda’ya gitmiş ve Amsterdam’da yaşamaya başlamıştı. Özellikle Amsterdam’a gelişinden sonra çok ciddi bir PKK muhalifi olmuştu. Bu yüzden bazı sert tartışmalara girdiği biliniyordu. Hollanda polisi cinayetle ilgili hiç bir ipucu elde edememişti.

9 Mayıs 1985’te ise Avrupa’daki altıncı cinayetini işlemişti PKK. Olay yeri, Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’di. Sokak ortasında arkadan sokulan birinin kafasına ateş etmesi sonucu ölen kurbanın kimliği Rüknettin Kaplan olarak belirlenmişti. Katilin 7.65mm çapında bir tabanca kullandığı, olay yerinde bulunan boş kovanlardan anlaşılıyordu. Görgü tanıkları silah sesi duymadıklarını söylemişler ve polis de katilin susturucu kullandığına karar vermişti. Tüm bilgiler sağlanmıştı sağlanmasına da, artık klasikleşmeye başlamış sonuç değişmemişti. Kısacası polis katili bulamamıştı yine.

Stockholm Halkevi Medborgarhuset, 2 Kasım 1985 günü PKK’nın Avrupa’daki yedinci cinayetine sahne olmuştu. Öldürülen Çetin Güngör’dü. Katili Nuri Candemir ise yakalanıp ömür boyu hapse çarptırılmıştı.

Sekizinci cinayetin işlenmesi için ise fazla beklenmesi gerekmemişti. Piyango bu sefer, yalnızca 2 gün sonra, yani 4 Kasım 1985’de Danimarka polisine çıkmıştı. 1984 yılında Danimarka’ya gelerek, temel amacı ‘demokratik yöntemlerle Kürdistan’a bağımsızlık kazandırmak’ olarak tanımlanan bir dernek kuran Mustafa Tangüner, başkent Kopenhag’ın banliyölerinden Glostrup’taki evinde vurularak öldürülmüştü. PKK’yı en korkusuzca eleştirenlerden biri olarak tanınıyordu. Evde yapılan teknik incelemede, birden çok kişinin aynı anda saldırıp ateş etmesi sonucu öldüğü anlaşılmıştı. İki değişik silah kullanılmıştı ve bunlardan biri 7.65mm çapında Alman yapımı Mauser, diğeri 9mm çapında Barabellum’du. 5 mermi çekirdeği ve 6 boş kovan bulmuştu polis. Tanıklar da, 2 kişinin olay yerinden koşarak kaçtığını söylüyordu. Tabii bulunmaları mümkün olmamıştı.

Kader, Danimarka’daki ağlarını iyi örmüştü galiba ki, dokuzuncu cinayet de, yine orada meydana gelmişti. Ama bu seferki biraz esrarengiz görünüyordu. Kurban yine bir PKK muhalifi olarak tanınan ve Danimarka’ya 1983 yılında Suriye’den gelerek iltica ettiği belirlenen Eyüp Kemal Adsız’dı. Son kez görüldüğü 23 Aralık 1985’den beri kayıptı. İlk cinayetten sonra endişelenen polis onu her yerde arıyordu ama, ancak 20 Mart 1986’da sonuca ulaşabilmişti. Tabii eğer buna sonuç denilebilirse. Kopenhag’ın 30 kilometre kadar kuzeyindeki Rungsteds Limanı’nda donmuş denizin içinde çalıntı bir otomobil olduğu ihbarını almıştı polis. Gidip buzları kırarak otomobili çıkartmışlardı. İçinde Eyüp Kemal Atsız’ın cesedi vardı. Kaybolduğundan beri çok zaman geçmiş, cesedi doğanın acımasız kurallarından pek kurtulamamıştı. Polis de, değil katilini bulmak, onun nasıl öldüğünü bile belirleyemeden dosyayı kapamak zorunda kalmıştı.

Avrupa’daki onuncu PKK cinayetinde sahne bu kez Paris’ti. 27 Aralık 1985 günü Mustafa Şahbaz adındaki bir PKK karşıtı, sokak ortasında üç kişinin açtığı çapraz ateş sonucunda öldürülmüştü. Kafasına ve sırtına ikişer mermi isabet eden Şahbaz’ın, PKK’nın şiddet yanlısı tutumunu sert biçimde eleştiren bir Kürt derneğinin üyesi olduğu çıkmıştı ortaya. Cinayetin, 4 gün önce, bu derneğin üyeleriyle PKK’lılar arasında bildiri dağıtmak nedeniyle çıkan bir kavga sırasında bir PKK’lının bıçaklanarak öldürülmüş olmasının intikamını almak için işlendiği sanılıyordu. Polis, olay yerinde 6 tane 9mm ve 3 tane de 7.65mm mermi çekirdeği bulmuştu. Doğal olarak da katillerin kimlikleri belirlenemiyordu.

İsviçre’nin Lozan kenti de onbirinci PKK cinayetine sahne olmuştu. Anlaşıldığı kadarıyla örgüt Paris’te bir yandaşının bıçaklanarak öldürülmesinin intikamını tam alamadığını düşünüyordu. 30 Aralık 1985 günü 3 kişilik bir PKK gurubu, karşıt bir derneğin kent merkezindeki lokalini basmışlardı. Derneğin üyesi 19 yaşındaki Bülent Yaman, tam lokal kapısını kilitleyeceği sırada, 7.65mm çapındaki bir tabancadan atılan tek kurşunla öldürülmüştü. Dernek üyelerinden 2 kişi de aldıkları bıçak darbeleriyle ağır yaralanmıştı. 

Şaşırtıcı olan ise, İsviçre polisinin bir kaç haftalık bir çalışma sonunda katili yakalaması olmuştu. Adı İbrahim Yüzer’di. İfadesinde cinayeti ‘bir arkadaşlarının Paris’te bıçaklanıp öldürülmesinin intikamını almak amacıyla işlediğini’ bu konudaki kararı da ‘Paris’te yaşayan ama kendisinin şahsen tanımadığı bir PKK yöneticisinin vermiş olduğunu’ söylemişti. Mustafa Şahbaz’ın Paris’te öldürülmesi de aynı nedenleydi. Bu arada isimleri Hüseyin Dirlik ve Süleyman Şerbet olan 2 kişinin de ‘cinayet sırasında kendisine yardımcı olduğunu’ anlatmıştı. Bunlar, elbette ki bulunamamışlardı. 

Batı Almanya’nın Hamburg kentinde işlenen onikinci PKK cinayetinin kurbanı bir Türk’tü ve adı da Kürşat Timuroğlu’ydu. Yetenekli bir hatip, ateşli bir PKK karşıtı olarak tanınıyordu. Daha önce örgüt tarafından öldürülen Çetin Güngör ve Mustafa Tangüner'le yakın dostluk ilişkileri vardı. Çevresindekilere ‘sırasının kendisine geldiğini’ söylüyordu. 25 Şubat 1986 günü, yani Olof Palme’nin öldürülmesinden 3 gün önce, sokak ortasında uğradığı bir silahlı saldırıda ölmüştü. Başından ve sırtından birkaç kurşun yemesine rağmen, yakındaki bir dükkâna sığınmayı başarmıştı aslında ama çok kan da kaybetmişti bu arada. Cinayette kullanılan silahın 7.65mm çapında bir tabanca olduğu belirlenmişti. Bundan sonrası ise artık klasik olmanın da ötesine gidip traji-komik boyut kazanmıştı. Görgü tanıkları, Timuroğlu’nun bir süreden beri yakınlardaki bir kahvehaneye sıkça gelen bazı kişilerce takip edildiğini söylüyordu. Bunlara göre katil de takipçilerden biriydi. Hatta PKK’lıların Hamburg’da daha önce yaptıkları bir gösteri yürüyüşü sırasında çekilen video görüntülerden, katili teşhis edip polise de göstermişlerdi. Ama polis yine de bu şahsın kimliğini belirleyememişti bir türlü.

Onüçüncü cinayet de yine Hamburg’da işlenmişti bu arada. 20 Ağustos 1986 günü polis bir parkın içinde Ahmet Demir adında birinin cesedini bulmuştu. Önce sıkı bir işkenceden geçirildiği, sonra da bıçaklanarak öldürüldüğü anlaşılmıştı. Bir gece önce cesedinin bulunduğu parkın çok yakınındaki bir eve davetli olduğu belirlenmişti. Ama polisin ulaştığı en ilginç bilgi, Ahmet Demir’in 3 Haziran günü Türk Dışişleri Bakanlığı’na başvurup ‘PKK ile mücadelede işbirliği’ önermesiyle ilgili olanıydı. Bu bilgiye göre kendisine olumlu yanıt verilmiş ve 20 Temmuz’da da, bazı MIT görevlileri onunla bağlantı kurmuştu. Aynı zamanda Demir’in PKK’dan para çalıp kaçtığı ve bu nedenle arandığı da söyleniyordu. Alman polisi bu sefer de ıska geçmişti sonunda. Ne cinayet nedeni, ne de katil belirlenememişti.

Tüm bu iç karartıcı bilgilerden çıkarılacak sonuç ne olmalıydı peki? Öyle işin içine duyguları filan karıştırmadan, salt verilere dayanan bir sonuç aranıyorsa eğer, bu ancak ‘başta Alman polisi olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerin polisleri amma da yeteneksizmiş’ sözleriyle özetlenecek bir hüküm olabilirdi.

İyi de, böyle bir hükmün Palme’nin katilinin bulunmasında ne yararı olacaktı ki?  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder