PKK’nın
Avrupa’da işlediğini cinayetlerin listesini çıkarmak ve bunlarla ilgili önemli
ayrıntıları belirlemek, yaklaşık iki haftasını almıştı Cengiz’in. Sonunda da
oturup toparladıklarını son bir kez okumuştu. Eğer o an biri duygularını
sorsaydı, hiç duraksamadan ‘irkiltici ve mide bulandırıcı’ derdi.
Avrupa’daki
bilinen ilk cinayetini Batı Berlin’de işlemişti örgüt. Kurban, Murat Bayraklı
adında 22 yaşında, Tunceli doğumlu eski bir PKK yandaşıydı. İlk başlarda çok
aktif bir örgüt üyesiydi kendi de, ama zamanla uygulanan acımasız yöntemlerden
rahatsız olmaya başlamıştı. Ne var ki, örgütten kopmanın çok tehlikeli olduğunu
da biliyordu. Bu nedenle, 1983 yılında Türkiye’den Yunanistan’a kaçmış, oradan
Batı Berlin’e geçip başını sokacak bir ev ve çalışacak bir iş bulmuştu.
İsveç’te yaşayan hemşerileriyle sık sık telefon konuşmaları yapıyordu. Daha
sonra Stockholm’de öldürülen Çetin Güngör’le Batı Berlin’de buluşmuştu bir ara.
Çevresindekilere hep ‘PKK’nın intikamından korktuğunu’ söylüyordu. Haksız da
çıkmamıştı sonunda. Örgüt, gerçekten de gaddar bir infaz uygulamıştı Murat
Bayraklı’ya. Önce çelik bir telle boğulmuş, sonra cesedi kentin parklarından
birindeki çöp konteynerine atılmış, peşinden de konteyner ateşe verilmişti. 3
Haziran 1984 günü yangın ihbarı alıp olay yerine giden itfaiye ve polisin
elinde kömürleşmiş bir ceset vardı yalnızca. Kimlik tespiti için yine da parmak
izi almayı başarmıştı Berlin Polisi. Sonunda da, yanıt Yunanistan’dan gelmişti.
Eldeki izler, ilk iltica ettiğinde Yunan Polisi’nin Murat Bayraklı’dan aldığı
parmak izleriyle örtüşüyordu. Katili ise bulunamamıştı.
Gariptir
ki, ikinci cinayet İsveç’te sahnelenmiş ve Uppsala’da Enver Ata öldürülmüştü.
Takvimler 20 Haziran 1984’ü gösteriyordu. Yani Murat Bayraklı’nın
öldürülmesinin üzerinden yaklaşık 2 hafta kadar geçmişti. Aradaki fark, Ata’nın
katili Cevdet Kılınç’ın yakalanmış ve suçunu itiraf etmiş olmasıydı.
Üçüncü
cinayet yine Batı Almanya’daydı. Kurban PKK’nın en aktif üyelerinden biri
olarak bilinen ve hatta bir ara Alman Polisi’nin bazı muhalif PKK’lıların
öldürülmesine doğrudan karıştığı kuşkusuyla özel inceleme altına aldığı Zülfü
Gök’tü. Ama aniden ayrılmıştı örgütten. Bazı önemli PKK liderlerinin yaptığı
tüm baskılara rağmen de geri dönmeyi kabul etmemişti. 7 Ağustos 1984 günü, Batı
Almanya’nın Rüsselsheim kentinde, kendi kullandığı arabanın içinde oturmuş,
tıkanan trafiğin açılmasını bekliyordu. Birden biri koşarak Gök’ün arabasının
yanına gelmişti bu sırada. Sonra da sol ön kapıyı açıp iki el ateş ederek, onu
göğsünden ve başından vurmuştu. Kurban daha hastaneye götürülemeden ölmüş ve
saldırganın 7.65mm çapında bir silah kullandığı belirlenmişti. Katil kısa süren
bir takip sonucunda yakalanmıştı ama. Polisini belirlemesine göre adı Ali
Aktaş’tı. 22 yaşındaydı ve tek kelime
bile ifade vermeyi reddetmişti. Buna rağmen yargılanmış ve ömür boyu
hapis cezasına çarptırılmıştı.
Polis
doğaldır ki Zülfü Gök’ün evinde sıkı bir arama yapmış ve bazı önemli belgeler
elde etmişti bu arada. Bunlara göre, daha sonra İsveç’de Stockholm Halkevi’nde
öldürülen ‘Semir’ kod adlı Çetin Güngör’le tanıştığı anlaşılıyordu. Dikkati
çeken bir nokta da, uzun yıllar İsveç’de yaşayan sonra da PKK’nın Avrupa
Temsilcisi olan avukat Hüseyin Yıldırım’ın sevgilisi Fatma’nın da
Rüsselsheim’de yaşamakta oluşuydu. Polisin elinde ayrıca Zülfü Gök’ün
öldürülmeden kısa süre önce Hüseyin Yıldırım’la görüştüğüne ve İsveç’teki
PKK’lılardan birinin Gök öldürülmeden hemen önce Batı Almanya’ya geldiğine
ilişkin bilgiler vardı.
Dördüncü
cinayet Fransa’nın Reims kentinde işlenmişti. Kurban, 35 yaşındaki Hasan
Kavak’tı. 1979-82 arasında Batı Almanya’nın Köln kentinde yaşamış ve aktif
olarak PKK’ya hizmet etmişti. Fransa’ya taşındıktan sonra ise Aralık 1982’de
örgütten ayrılmaya karar vermişti. İlk tepkileri de kendisi gibi Reims’de
yaşamakta olan diğer PKK’lılardan almıştı. Bu tepkiler biraz gürültü
oluşturmuştu anlaşıldığı kadarıyla ki, polis de duymuş ve soruşturma
başlatmıştı. Köln’de, örgütten ayrılanların cezalandırılmasıyla ilgili bir
toplantı yapıldığı iddialarıyla ilgili duyumlar ise kimsenin konuşmaya
yanaşmaması yüzünden sonuç getirmemişti. 25 Ocak 1985 günü de polis Hasan
Kavak’ın cesedini bir otel odasında bulmuştu. Boğazına dolanan bir sicimle
boğulduğu anlaşılıyordu. Katilinden ise iz yoktu.
Hollanda’nın
Utrecht Kenti’ne bitişik Vinkeveen Kasabası, PKK’nın Avrupa’daki beşinci
cinayetine, ya da en azından bunun son kısmına sahne olmuştu. Takvimler 25
Nisan 1985’i gösteriyordu. Kurbanın elleri arkasından bağlanmış, feci derecede
işkence edilmiş sonra da boğularak öldürülüp, kanala atılmıştı. Adı Mehmet
Sürücü’ydü. 1982 yılında İsveç’e iltica etmiş ve 1984’e kadar burada kalmıştı.
Bu süre içinde değişik kişilerin, bu arada da daha sonra Uppsala’da öldürülen
Enver Ata’nın evinde yatıp kalkmıştı. Ardından Hollanda’ya gitmiş ve
Amsterdam’da yaşamaya başlamıştı. Özellikle Amsterdam’a gelişinden sonra çok
ciddi bir PKK muhalifi olmuştu. Bu yüzden bazı sert tartışmalara girdiği
biliniyordu. Hollanda polisi cinayetle ilgili hiç bir ipucu elde edememişti.
9
Mayıs 1985’te ise Avrupa’daki altıncı cinayetini işlemişti PKK. Olay yeri,
Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’di. Sokak ortasında arkadan sokulan birinin
kafasına ateş etmesi sonucu ölen kurbanın kimliği Rüknettin Kaplan olarak
belirlenmişti. Katilin 7.65mm çapında bir tabanca kullandığı, olay yerinde
bulunan boş kovanlardan anlaşılıyordu. Görgü tanıkları silah sesi
duymadıklarını söylemişler ve polis de katilin susturucu kullandığına karar
vermişti. Tüm bilgiler sağlanmıştı sağlanmasına da, artık klasikleşmeye
başlamış sonuç değişmemişti. Kısacası polis katili bulamamıştı yine.
Stockholm
Halkevi Medborgarhuset, 2 Kasım 1985 günü PKK’nın Avrupa’daki yedinci
cinayetine sahne olmuştu. Öldürülen Çetin Güngör’dü. Katili Nuri Candemir ise
yakalanıp ömür boyu hapse çarptırılmıştı.
Sekizinci
cinayetin işlenmesi için ise fazla beklenmesi gerekmemişti. Piyango bu sefer,
yalnızca 2 gün sonra, yani 4 Kasım 1985’de Danimarka polisine çıkmıştı. 1984
yılında Danimarka’ya gelerek, temel amacı ‘demokratik yöntemlerle Kürdistan’a
bağımsızlık kazandırmak’ olarak tanımlanan bir dernek kuran Mustafa Tangüner,
başkent Kopenhag’ın banliyölerinden Glostrup’taki evinde vurularak
öldürülmüştü. PKK’yı en korkusuzca eleştirenlerden biri olarak tanınıyordu.
Evde yapılan teknik incelemede, birden çok kişinin aynı anda saldırıp ateş
etmesi sonucu öldüğü anlaşılmıştı. İki değişik silah kullanılmıştı ve bunlardan
biri 7.65mm çapında Alman yapımı Mauser, diğeri 9mm çapında Barabellum’du. 5
mermi çekirdeği ve 6 boş kovan bulmuştu polis. Tanıklar da, 2 kişinin olay
yerinden koşarak kaçtığını söylüyordu. Tabii bulunmaları mümkün olmamıştı.
Kader,
Danimarka’daki ağlarını iyi örmüştü galiba ki, dokuzuncu cinayet de, yine orada
meydana gelmişti. Ama bu seferki biraz esrarengiz görünüyordu. Kurban yine bir
PKK muhalifi olarak tanınan ve Danimarka’ya 1983 yılında Suriye’den gelerek
iltica ettiği belirlenen Eyüp Kemal Adsız’dı. Son kez görüldüğü 23 Aralık
1985’den beri kayıptı. İlk cinayetten sonra endişelenen polis onu her yerde
arıyordu ama, ancak 20 Mart 1986’da sonuca ulaşabilmişti. Tabii eğer buna sonuç
denilebilirse. Kopenhag’ın 30 kilometre kadar kuzeyindeki Rungsteds Limanı’nda
donmuş denizin içinde çalıntı bir otomobil olduğu ihbarını almıştı polis. Gidip
buzları kırarak otomobili çıkartmışlardı. İçinde Eyüp Kemal Atsız’ın cesedi
vardı. Kaybolduğundan beri çok zaman geçmiş, cesedi doğanın acımasız
kurallarından pek kurtulamamıştı. Polis de, değil katilini bulmak, onun nasıl
öldüğünü bile belirleyemeden dosyayı kapamak zorunda kalmıştı.
Avrupa’daki
onuncu PKK cinayetinde sahne bu kez Paris’ti. 27 Aralık 1985 günü Mustafa
Şahbaz adındaki bir PKK karşıtı, sokak ortasında üç kişinin açtığı çapraz ateş
sonucunda öldürülmüştü. Kafasına ve sırtına ikişer mermi isabet eden Şahbaz’ın,
PKK’nın şiddet yanlısı tutumunu sert biçimde eleştiren bir Kürt derneğinin
üyesi olduğu çıkmıştı ortaya. Cinayetin, 4 gün önce, bu derneğin üyeleriyle
PKK’lılar arasında bildiri dağıtmak nedeniyle çıkan bir kavga sırasında bir
PKK’lının bıçaklanarak öldürülmüş olmasının intikamını almak için işlendiği
sanılıyordu. Polis, olay yerinde 6 tane 9mm ve 3 tane de 7.65mm mermi çekirdeği
bulmuştu. Doğal olarak da katillerin kimlikleri belirlenemiyordu.
İsviçre’nin
Lozan kenti de onbirinci PKK cinayetine sahne olmuştu. Anlaşıldığı kadarıyla
örgüt Paris’te bir yandaşının bıçaklanarak öldürülmesinin intikamını tam
alamadığını düşünüyordu. 30 Aralık 1985 günü 3 kişilik bir PKK gurubu, karşıt
bir derneğin kent merkezindeki lokalini basmışlardı. Derneğin üyesi 19
yaşındaki Bülent Yaman, tam lokal kapısını kilitleyeceği sırada, 7.65mm
çapındaki bir tabancadan atılan tek kurşunla öldürülmüştü. Dernek üyelerinden 2
kişi de aldıkları bıçak darbeleriyle ağır yaralanmıştı.
Şaşırtıcı
olan ise, İsviçre polisinin bir kaç haftalık bir çalışma sonunda katili yakalaması
olmuştu. Adı İbrahim Yüzer’di. İfadesinde cinayeti ‘bir arkadaşlarının Paris’te
bıçaklanıp öldürülmesinin intikamını almak amacıyla işlediğini’ bu konudaki
kararı da ‘Paris’te yaşayan ama kendisinin şahsen tanımadığı bir PKK
yöneticisinin vermiş olduğunu’ söylemişti. Mustafa Şahbaz’ın Paris’te
öldürülmesi de aynı nedenleydi. Bu arada isimleri Hüseyin Dirlik ve Süleyman
Şerbet olan 2 kişinin de ‘cinayet sırasında kendisine yardımcı olduğunu’
anlatmıştı. Bunlar, elbette ki bulunamamışlardı.
Batı
Almanya’nın Hamburg kentinde işlenen onikinci PKK cinayetinin kurbanı bir
Türk’tü ve adı da Kürşat Timuroğlu’ydu. Yetenekli bir hatip, ateşli bir PKK
karşıtı olarak tanınıyordu. Daha önce örgüt tarafından öldürülen Çetin Güngör
ve Mustafa Tangüner'le yakın dostluk ilişkileri vardı. Çevresindekilere
‘sırasının kendisine geldiğini’ söylüyordu. 25 Şubat 1986 günü, yani Olof
Palme’nin öldürülmesinden 3 gün önce, sokak ortasında uğradığı bir silahlı
saldırıda ölmüştü. Başından ve sırtından birkaç kurşun yemesine rağmen,
yakındaki bir dükkâna sığınmayı başarmıştı aslında ama çok kan da kaybetmişti
bu arada. Cinayette kullanılan silahın 7.65mm çapında bir tabanca olduğu
belirlenmişti. Bundan sonrası ise artık klasik olmanın da ötesine gidip
traji-komik boyut kazanmıştı. Görgü tanıkları, Timuroğlu’nun bir süreden beri
yakınlardaki bir kahvehaneye sıkça gelen bazı kişilerce takip edildiğini
söylüyordu. Bunlara göre katil de takipçilerden biriydi. Hatta PKK’lıların
Hamburg’da daha önce yaptıkları bir gösteri yürüyüşü sırasında çekilen video
görüntülerden, katili teşhis edip polise de göstermişlerdi. Ama polis yine de
bu şahsın kimliğini belirleyememişti bir türlü.
Onüçüncü
cinayet de yine Hamburg’da işlenmişti bu arada. 20 Ağustos 1986 günü polis bir
parkın içinde Ahmet Demir adında birinin cesedini bulmuştu. Önce sıkı bir
işkenceden geçirildiği, sonra da bıçaklanarak öldürüldüğü anlaşılmıştı. Bir
gece önce cesedinin bulunduğu parkın çok yakınındaki bir eve davetli olduğu
belirlenmişti. Ama polisin ulaştığı en ilginç bilgi, Ahmet Demir’in 3 Haziran
günü Türk Dışişleri Bakanlığı’na başvurup ‘PKK ile mücadelede işbirliği’
önermesiyle ilgili olanıydı. Bu bilgiye göre kendisine olumlu yanıt verilmiş ve
20 Temmuz’da da, bazı MIT görevlileri onunla bağlantı kurmuştu. Aynı zamanda
Demir’in PKK’dan para çalıp kaçtığı ve bu nedenle arandığı da söyleniyordu.
Alman polisi bu sefer de ıska geçmişti sonunda. Ne cinayet nedeni, ne de katil
belirlenememişti.
Tüm
bu iç karartıcı bilgilerden çıkarılacak sonuç ne olmalıydı peki? Öyle işin
içine duyguları filan karıştırmadan, salt verilere dayanan bir sonuç aranıyorsa
eğer, bu ancak ‘başta Alman polisi olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerin polisleri
amma da yeteneksizmiş’ sözleriyle özetlenecek bir hüküm olabilirdi.
İyi
de, böyle bir hükmün Palme’nin katilinin bulunmasında ne yararı olacaktı
ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder