“Neyi merak ettim biliyor musun Reşad?” dedi yeni
kahveyle masaya döndüğünde de, “Hani şu geçen akşam Yunanlı’nın oradayken üst
düzey PKK yöneticilerinin çok para kazandığından söz etmiştin ya.”
“Ağalar ağbi, ağalar...”
“Tamam, ağalar diyordun sen o zaman da. Haraç, eroin
filan da demiştin.”
“Evet, aynen öyle ağbi.”
“Biraz anlatsana şunu. Mesela şu haraç işi nasıl dönüyor.
Gerçi biz de sık sık duyuyoruz ‘PKK haraç topluyor’ diye ama, hiç somut bir
olaya denk gelmedik şimdiye kadar.”
“Ağbi haraç işinde somut bir şey olur mu hiç. Somut oldu
mu, iş patlar çünkü. İş patladı mı da, artık ne çıkarsa bahtına. Yani haraç
veren açısından söylüyorum bunu. Adamı zaten korkutmuşlar ki haraç verecek.
Korkmasa vermez. Ama nasıl korkmasın ki? Başına geleceği biliyor. Daha önceden
direnmeye çalışanlara neler olduğu aklına geliyor.”
“Kim bu korkanlar Reşad? Yani aslında kim bu haraç
verenler demek istemiştim.”
“Genelde Türkler tabii ağbi. Aralarında Kürtler de var,
gerçi. Çoğu esnaf takımı. Dükkânı var. Şimdi gelip birileri başına çöktü mü, ne
yapacak ki adam? Veriyor işte. Bu işin sırrı, adamı boğmayacaksın. Yani ölçüyü
kaçırmayacaksın. Verebileceği kadar isteyeceksin ki, batmasın, dükkânını
kapatmak zorunda kalmasın. O zaman sen de batarsın çünkü. Ona akacak ki, sana
da aksın. Altın yumurtlayan tavuk hikâyesi yani.”
“Eee kim gidiyor bunlara haraç istemeye?”
“Militanlar. Ayak takımı yani. Bunlar görüntüsü bozuk
tipler olur hep. Adam iyice korksun diye.”
“Ne yapıyorlar peki? Doğrudan ‘bize şu kadar para ver’ mi
diyorlar?”
“Bir kere asla ‘PKK’ adı geçmez böyle işlerde. Eğer adam
Türk’se, milliyetçi duygularını tahrik etmenin bir anlamı yok. O zaman
vermemeye kalkabilir. Gerçi yine alırlar ama, gürültü çıkmasını kimse istemez.
Hem sen istediğin kadar PKK’dan söz etme, inan ki adam işin içinde örgütün
olduğunu seziyordur zaten. Ama açıkça yüzüne söylenmediği için, vicdanı biraz
rahat ediyordur her halde. Kendini hain gibi hissettirmeyeceksin yani.”
“Peki sonra? Diyelim ki adam parayı verdi. Bundan sonra
ne oluyor? Paylaşılıyor mu bu para?”
“Bu konuda katı kurallar vardır ağbi. Her yerel örgütünki
öbüründen biraz farklı olabilir tabii. Çünkü ülkeden ülkeye durumlar
değişebilir. Tahsilâtı yapan içinden kendi payını alır, geri kalanını da bağlı
olduğu lidere verir. Onun da payı var tabii. Sonra o da kendi liderine aktarır.
En sonunda da Bekaa’nın kullanabileceği hesaplara yatırılır paralar.”
“Vay be, eksile eksile gidiyor ha?”
“Evet abi, eksile eksile gidiyor. Sorun da burada. Benim
gıcık kapmamın nedeni bu işte. Bu eksilmenin bir yerde zorunlu olduğunu
anlıyorum ama, görüyorum ki son kademenin bir altında, bayağı büyük eksiliyor.”
“Nerden biliyorsun Reşad?”
“Bilmemek mümkün mü ki? Adamı tanıyorsun, ne zaman ve ne
halde geldiğini biliyorsun bir kere. Sonra bir de bakıyorsun ki, ooohhh krallar
gibi bir hayat yaşamaya başlamış. Güzel evler, villalar falan. Etrafında bir
araba karı kız.”
“Kürt kızları mı?”
“Çoğunun etrafında Kürt kızları var. Ortalıkta salak Kürt
kızından çok ne var ki zaten Cengiz ağbi? Tav oluyorlar işte. Aslında hareme
giriyorlar ama farkında değiller. Adam havalı. Kürt halkının çıkarları için
çalışıyor baktığında. Ulusal kahraman yani. Para da bol. Daha ne olsun ki?”
“Türkiye’den mi geliyor bu kızlar peki?”
“Ne gerek var buna Cengiz ağbi. Ta Türkiye’den kız mı
getirilirmiş? Buralarda o kadar çok ki. Ya küçücükken gelmişler aileleriyle
birlikte, ya da buralarda doğmuşlar. Sonuçta Avrupa’da büyüdükleri için de,
daha uygunlar bu işlere. Hepsi dil biliyor en başta. Yanında dil bilen birinin
bulunması her zaman işe yarar. Şimdi böyle imkânlar varken tutup memleketten
kara cahil Kürt kızını getirip de ne yapacaksın? Ne konuşmasını bilir, ne
oturup kalkmasını. Giyinmesini bile bilmez. Yanına alıp biryerlere
götüremezsin.”
“Vay anasını, demek bu kadar çok para var bu haraç işinde
ha?”
“Tek bu değil ki Cengiz ağbi...”
“Evet, bir de eroin işlerinden söz etmiştin o gece...”
“İşte bu benim en gıcık kaptığım şey. Eroin işi yani.
Sana o Fransız kızdan söz etmiştim, hatırlarsın.”
“Hatırlıyorum Reşad. Nasıl intikam aldığını da
hatırlıyorum...”
“Evet, gebertmiştim o şerefsizi. Ama onlardan o kadar çok
var ki, bir bilsen. Benim gözümde hepsi katil.”
“Sen değil misin Reşad?”
“Cengiz ağbi ben elimi eroin işine hiç bulaştırmadım.”
“Onu söylemiyorum. Sen katil değil misin derken, ‘sen
adam öldürmedin mi?’ demek istiyorum.”
“Oldu işte bir şeyler. Ama benimki farklıydı. Nedenlerim
vardı benim. Bu şerefsiz eroincilerin ise hem nedenleri yok, hem de aslında
kimi öldürdüklerini bile bilmiyorlar. Yalnızca öldürüyorlar işte.”
“Tam anlamadım Reşad...”
“Yani demek istiyorum ki, tarladaki afyonu yetiştirip
eroin imalatçısına satandan başlayarak hepsi katil. Çünkü eroin insanları
öldürüyor. Çünkü eroin bağımlılık yapıyor. Çünkü eroin bağımlısı olan, ölene
kadar kopamıyor bundan. Çok da uzun sürmüyor ölmesi zaten. İşin en garibi,
eroin işi yapanların bu ölenlerin kim olduklarına hiç aldırmamaları. Yalnızca
para önemli bu şerefsizler için. Parayı bastırıp alan son kullanıcıyı, tanısa
tanısa ona malı satan tanır. Geriye gittiğinde, hiç kimse tanımaz onu. Kadın
mıdır, erkek midir, onu bile bilmez. Kimdir bu ölecek olan, iyi biri midir,
Türk müdür, Fransız mıdır, Kızılderili midir bilmez. Eroinci ölümü ellerine verdiği
kişiyi yalnızca para olarak görür. O kadar işte.”
“Doğru söylüyorsun Reşad. Öteki uyuşturuculardan çok
farklı eroin.”
“Evet ağbi... Bak Hollanda’da esrar filan serbest zaten.
Adamlar tehlikeyi görmüşler ve eroine savaş açmışlar hâlbuki.”
“Peki, PKK nasıl bulaştı bu işlere?”
“Cevap para Cengiz ağbi. Sadece para. Hem de çok büyük
para. Örgüt bunu farkettiği anda, burnuna kadar gömüldü eroin işine. Yardım
edecek insanlar bulmak da kolay oldu bu arada. Çok büyük para dedim ya.
Herkesin gözü döner. Bulgarlar, Sırplar, İspanyollar ve hatta malın PKK’ya ait
olduğunu bile bile işe katılıp payını alan Türkler.”
“Bu kadar çok adam mı gerekiyordu yani?”
“İlk başlarda gerekiyordu tabii Cengiz ağbi.
Pakistan’dan, İran’dan başlıyordu iş. Bir kısmı eroin haline
dönüştürülmüş, bir kısmı baz morfin ve hatta afyon sakızı olarak buralardan
yola çıkıyordu mallar. Bunlar genelde Van üzerinden Türkiye’ye giriyordu sonra
da. Bazmorfin ve afyon sakızı Van’daki imalathanelerde eroine çevriliyordu.
Buradan da İstanbul’a aktarılıyordu. Bir kısmı TIR kamyonlarının zulalarına
yükleniyordu İstanbul’da, bir kısmı da yük gemilerine. Daha çok karayolu
kullanılıyordu, çünkü gemi ile nakliyat pahalı geliyordu. Genellikle yabancı
bandıralı gemiler böyle bir yükü kabul edip risk alıyordu ve bu riskin
karşılığında da büyük paralar istiyorlardı tabii. Sırf bu nedenle yol üzerinde
yardımcı olacak Bulgarlar, Sırplar falan gerekiyordu senin anlayacağın.”
“İlk başlarda diye başladın söze Reşad. Sonra ne oldu
peki, sonra değişti mi durum?”
“Değişti ağbi... Birgün bir duyduk ki, örgüt 3 tane yük
gemisi satın almış. Her biri dünyanın başka bir yerindeki limanlarda kayıtlı 3
yük gemisi. Şimdi araştırsan, bu gemilerin PKK’ya ait olduğuyla ilgili hiç bir
şey kanıtlayamazsın tabii. Eroinin büyük kısmını bu gemilerle taşımaya
başladılar o zaman. Deniz nakliyatı bedavaya geliyordu artık. Çok daha
güvenliydi üstelik. Bir yığın gümrükten geçmek zorunda kalınmıyordu artık. Bu
başka bir kolaylık daha sağlamıştı aynı zamanda. Malın önemli bir bölümü Lübnan’dan
yükleniyordu. En azından bitmiş eroinler artık Türkiye’den geçirilmiyordu. Bu
hem masrafları ciddi şekilde azaltıyordu hem de yükleme işi, örgütün ciddi
fiziki varlığa sahip olduğu bir ülkenin limanlarından yapılabiliyordu. Çok daha
garantiliydi.”
“Vay be Reşad, Apo’nun kafası ticarete iyice yatkınmış
meğer...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder