“Bak ben sana bir anımı anlatayım Reşad.
Biliyorsun yıllarca İsveç’de yaşadım ben. Gazetenin Avrupa Merkezi ise burada,
Frankfurt’ta. Dolayısıyla sayısız kere gidip geldim İsveç’le Almanya arasında.
En mantıklı yol, Danimarka’dan gelip Flensburg üstünden Almanya’ya girmek.
Kimbilir kaç kez yaptım bunu. Ama bir keresinde çok matrak bir şey oldu. Alman
pasaport polisi benim pasaportu aldı, kaldırıp ışığa bakıyor, eliyle resmi
kontrol ediyor filan. Bir taraftan da bana bakıyor gözucuyla. O zaman anladım
ki, beni pek Türk’e benzetemiyor, ama pasaport Türk pasaportu. Üstelik
uzattıkça da uzatıyor ve arkamda kuyruk oldu arabalar. Muhtemelen içlerinden
bazıları küfür bile ediyorlar. Adama, ‘Şimdi sen bu pasaportun sahte olmasından
mı kuşkulanıyorsun?” diye sordum. Bana bakıp ‘Evet’ demez mi. O zaman nereden
aklıma geldi bilmiyorum birden ‘Hadi be,’ dedim, ‘Kim kendine sahte Türk
pasaportu yapar ki?’. Herif birden gülmeye başladı. Pasaportu geri uzattı, ben
oradan ayrılırken de, hala gülüyordu arkamdan.”
“Hakikaten matrakmış Cengiz ağbi. Ama adama
kızmamalısın. Çünkü bu onun kabahati değil. Bu Avrupalılar Türkler’e karşı
şartlanmışlar, biliyorsun. O da bir Avrupalı işte. Ama asıl kabahat Türk
Devleti’nin.”
“Hangi açılardan Reşad”?
“Her açıdan Cengiz ağbi. Bir kere eğer
Türkiye’de işler düzgün olsa; bu kadar çok Türk vatandaşı Avrupa’ya gitmek için
akla gelen gelemeyen her yolu denemezdi. Yani demem o ki, yalnızca Kürt halkına
değil, kendi halkına karşı olan görevlerini de yerine getirmedi Türk Devleti.”
“Reşad yavrum. Her fırsatta ideolojik
propaganda yapmayı deneyip canımı sıkmasan diyorum.”
“Ama bu gerçek Cengiz ağbi. Kırşehirliler
örneğin, eğer rahat bir hayatları, çalışacak işleri olsaydı buralara gelmeye
kalkarlar mıydı sence?”
“O zaman sana şöyle yanıt vermeliyim Reşad.
Kendi kazdığın kuyuya düşüyorsun çünkü. Demek ki, senin dediğin gibi yalnızca
Kürt asıllılar değilmiş ihmal edilenler. Kırşehir örneğini verdiğin için
söylüyorum, orası Orta Anadolu. Etnik olarak Türkler’in çok yoğun olduğu bir
bölge. Yani demek ki, senin sömüren ulus ve sömürülenlerle ilgili tezlerin pek
uymuyor gerçeklere.”
“Cengiz ağbi ben sana ‘Orta Anadolu’nun
Türk kökenli halkı Kürtler’i sömürüyor’ demedim ki zaten. Sömüren ulus sözü,
yalnızca bir kavram. Aslında sömüren Devlet. Üstelik bu Devlet, hem
vatandaşlarına gerekenleri veremiyor, hem de onlar dışarı gittiklerinde Avrupa
ülkelerine karşı tavır koyup vatandaşlarına kötü davranılmasını engelleyemiyor.
Bence bu da, Türk Devleti’nin içinde bulunduğu zayıflığın kanıtı.”
“Eeee Reşad? Teşhisin böyleyse bunun
düzeltilmesi için ne yapılması gerektiğini de düşünmüş olmalısın. Ne yapmalıyız
peki? Türk Devleti’ne karşı biz de bir Türk bağımsızlık savaşı mı açmalıyız
yani?”
“Buna gerek olacağını sanmıyorum Cengiz
ağbi. Gerek olsa da, içinizden bunu yapacakların çıkmasını hiç beklemiyorum
doğrusu. Biz Kürtler bayrağı açtık. Bizim zaferimiz, etnik Türkler için de yolu
açabilir. Yani öyle bir ortam oluşabilir ki, başka çare kalmayabilir demek
istiyorum. Ayrıca, zamanı geldiğinde Avrupa ülkelerinden bu konuda teşvik
geleceğine emin olmalısın. Hatta açıktan ayrılıkçı hareketlerin destekçisi
olacak ülkeler de çıkacaktır, emin ol.”
“Reşad dur bir dakika,” dedi Cengiz, “Sen
şimdi bazı Avrupa ülkelerinin Türkiye’yi parçalamak isteyeceklerini ve uygun
zamanda buna yönelik niyet ve eylemleri destekleyeceğini mi söylemek
istiyorsun?”
“Bunu söylemek istemiyorum Cengiz ağbi.
Biliyorum. Eğer uygun ortam ne zaman gelecek diyorsan, o zaman da fazla yakın
değil derim sana. Çünkü küçük bir dezavantajları var Avrupalılar’ın. Türkiye
ile aralarında başka ülkeler var. Macaristan gibi, Yugoslavya gibi, Bulgaristan
gibi. Önce oraları halletmekleri gerekiyor.”
“Yani Avrupa önce bu saydığın ülkeleri
parçalayacak sonra da sıra Türkiye’ye gelecek diyorsun sen.”
“Bunların hepsi için parçalama gerekmez
Cengiz ağbi. Örneğin Macaristan’a bakalım bir. Şimdilik bir Doğu Bloğu ülkesi.
Ama yüzyıllarca Batı’nın parçası olmuş. Dolayısı ile tekrar Batı’ya dönmesi
için parçalanma gerekmiyor. Bulgaristan’da durum biraz farklı. Orada ciddi bir
Türk azınlık var. Bir bakıma ağız sulandırıcı bir durum bu. Olaya nereden
baktığın önemli. Eğer orayı karıştırmak istersen, bulunmaz bir nimet bu. Önce
azınlığı dürtükleyip tahrik edersin, sonra merkezi otoriteye üstü kapalı destek
verip azınlığın ezilmesine imkân yaratırsın. Ne olur o zaman Cengiz ağbi?
Ortalık karışır, bölünmek kendiliğinden gündeme gelir. En kötüsü ise
Yugoslavya. Orda ne ararsan var. Karıştır karıştırabildiğin kadarıyla.
Sırplar’la Hırvatlar’ı. Slovenler’le Boşnaklar’ı birbirine düşürmek için fazla
uğraşmaya gerek yok ki. Zaten Tito’nun yapay tutkalıyla birbirine
yapıştırılmış, zorla bir arada duruyorlar bunlar. Tabii bir de Sovyetler
Birliği’nin oluşturduğu ciddi tehdit var, hesaplanması gereken. Ama işte Sovyetler’de
işler değişiyor. Yarın orada neler olacak bilen var mı? Eğer Sovyetler’in şu
anda tam hızla sürüklendiklerini düşündüren dağılma süreci devam ederse, ne
olur bilinmez artık.”
“Vay be Reşad. Neler söylüyorsun sen. Önce
Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerini yiyecek Avrupa, sonra da sıra Türkiye’ye
gelecek öyle mi? Neden peki Reşad. Bu Batı Avrupa ülkelerinin hepsinin tuzu
kuru şu anda. Bu senin söylediğin işlere kalkışırlarsa rahatları kaçmaz mı
peki? Mevcut durumu da tehlikeye atmış olmazlar mı? O Avrupa ki, iki dehşetli
savaş yaşamış. Hem de bu yüzyılın içinde. Şimdi neden böyle bir delilik
yapsınlar ki?”
“Cengiz ağbi, Avrupa ülkeleri bir daha
kolay kolay savaşa girmezler. Doğru söylüyorsun. Ama bu; kendi dışlarında
birilerini savaştırmazlar anlamına da gelmiyor elbette ki. Dikkat et, kendileri
savaşmayacaklar. Kendi topraklarında kötü bir şey olmayacak. Kendi halkları
tehlikeye girmeyecek. Başka bir ülkede, başka haklar birbiriyle savaşacak.”
“Peki bundan ne kazanacak Avrupalılar
Reşad?”
“Yeni ve küçük devletler, hatta
devletçikler oluşacak. Kontrol altına kolaylıkla alınabilecek, mal
satılabilecek, doğal kaynakları sömürülebilecek yeni küçük devletler Cengiz
ağbi. Çünkü Avrupalı sömürgeci. Bundan asla vazgeçmeyecek. Eğer şu andaki
kurulu düzen sömürgecilik yapmasına fırsat vermiyorsa, ki vermiyor, o zaman
kurulu düzeni bozacak.”
“Bence uçuyorsun Reşad. Bak dinle şimdi.
Avrupa ülkeleri Doğu Bloku’nu önce, Türkiye'yi de sonra parçalayacaklar dedin
bir biçimde. Demek ki, Türkiye’deki parçalanmanın ürünü olarak bir Kürdistan
Devleti’nin de ortaya çıkacağını düşünüyor, hatta umuyorsun. Neye yarayacak ki
bu o zaman? Söylediklerine göre, yalnızca sömüren değişecek, sömürülen aynı
kalacak.”
“Evet Cengiz ağbi, ilk başta aynen böyle
olacak gibi görünüyor. Ama hesaplamadığın bir konu var. Bir gün bağımsız
Kürdistan Devleti kurulduğunda bu yalnızca Türkiye’de yaşayan Kürtler’den
oluşmayacak ki. Daha önce de
söylemiştim. Suriye var, Irak var, İran var, hatta bir kısım da Sovyetler
Birliği’nde var. Büyük bir Kürdistan söz konusu olacak. Öyle Sırbistan gibi, ya
da Hırvatistan, ne bileyim Bosna gibi küçük bir Devlet olmayacak Kürdistan. Bir
ucu Sivas’ta, bir ucu İran’ın ortalarında, bir ucu Kerkük’te, bir ucu
Ermenistan sınırında olan bir Büyük Kürdistan kurulacak. Petrolü de olacak,
başka doğal kaynakları da. Öyle kolay sömürülemeyecek yani.”
“Bence artık daha da fazla ve yüksekten
uçuyorsun Reşad. Tüm bu dediklerinin gerçekleşmesi için önce savaş gerekli.
Kanlı ve uzun türden hem de. Savaş bir kere başladı mı; kimin kazançlı
çıkacağı, kimin ne elde edeceği belli olmaz. Tarih böyle enayi heveslerle
ortalığı kan gölüne çevirip, sonra da yok olup giden akılsızlarla dolu Reşad.
Şimdi de, yalnızca onbinlerce kişinin ölümüne neden olmalarıyla
hatırlanıyorlar. Tüm taze deneyimlerinden sonra Avrupalılar’ın böyle bir işe
kalkışabileceklerini aklım kesmiyor doğrusu. Eğer buna Kürtler kalkışırsa,
korkarım ki geleceğin tarihçileri de onlardan ‘akılsızca ölüme giden ve
kendileriyle beraber başka halkları da ölüme sürükleyen ilkel bir etnik gurup’
olarak söz etmek durumunda kalacaklar.”
“Savaşmadan bağımsızlık olmaz Cengiz ağbi!”
“İyi de Reşad, hiç değilse birazcık olsun
umut olmalı her savaşta. Bu söylediğin tümüyle umutsuz bir savaş olacak. Sizin
açınızdan yani.”
“Cengiz ağbi, savaş şu an sürüyor zaten.
Çoktan başladı.”
“Sen buna savaş mı diyorsun Reşad? Her
savaşın bir hedefi ve yöntemi olur. Bunun var mı? Ne oluyor farkında mısın? Şu
anda en hızlı savaş Türkiye’de öyle mi? Kim kiminle savaşıyor peki? Köyleri
basıp kendi ırkından, kendi kanından olanları öldürmek mi savaş? Eğer bunu
başkalarına ‘bakın bu vahşeti Türkler yapıyor’ diye yutturmak amacıyla
uyguluyorsanız, iyice delisiniz demektir. Köylerde evleri basıp çoluk çocuk
öldürüyor PKK. Neden Reşad? Bu ne sağlıyor?”
“Bu korku sağlıyor. Kürt halkının ulusal
savaşına katılmayanların yok edileceğinin açık manifestosu bu Cengiz ağbi.
Çocuklar da o nedenle öldürülüyor zaten. Sen kökünü kurutmak ne demektir bilir
misin? Ona ait hiç bir şeyi canlı bırakmayacaksın demektir. Yalnızca çocuklar
değil, inekler, koyunlar hatta tavuklar bile öldürülüyor. Sen duymuyor
olabilirsin. Çünkü onlar hain. Kürt ulusal savaşına ihanet eden hainler. Ve
kökleri kurutuluyor.”
“Hayret Reşad. Gel şimdi tüm bunların
karşısında Türk halkının yaptıklarına bak. PKK’ya kızıyorlar. Bu çok doğal. Ama
Kürtler’e kızmıyorlar bile. Bırak ki onlara düşman olsunlar. Siz ise kendi
kendinize bile düşman oluyorsunuz. Birbirinizi öldürüyorsunuz. Sen de tutmuş bu
kafayla zafer kazanmayı umuyorsun.”
“Cengiz ağbi Türkler yozlaşmış olabilir.
Bakarsan ulusal bir tepki göstermemelerinin başka ne nedeni olabilir ki zaten.
Ama biz yozlaşmadık. Şu anda yalnızca bir kısmımız böyle görünüyor olabiliriz.
Aramızda yozlaşma görüntüsü verenleri de yok ediyoruz işte. Sonunda hiç yoz
Kürt kalmayacak. İşte o zaman da, yozlaşmış Türk halkı karşısında, ondan hiç
farkı olmayan Arap ve Acem halkları karşısında zafer kazanacağız.”
“Yozlaşmamış Kürtler’e bak. Sen değil
miydin Avrupa’da haraç toplayarak, eroin satarak elde ettiği paraların önemli
bir bölümünü kendine saklayan PKK liderlerine kızıp da örgütü terkeden? Onlar
yoz değil mi şimdi Reşad?”
“Haklısın ağbi. Onlar da yoz ve işte benim
gibiler onları cezalandırıyor. Yarınlarda böyleleri hiç olmayacak. Hiç
olmamalı.”
“Ama Reşad sen onları yok edemiyorsun ki.
Yalnızca biraz canlarını sıkıyorsundur o kadar. Hâlbuki onlar seni kolaylıkla
yok edebilirler. Bulurlarsa, ellerine geçirirlerse affın olmayacağını kendin de
söylemiyor musun? Kim kimi yok ediyor o zaman?”
“Bunu zaman gösterecek Cengiz ağbi. Zaman
gösterecek.”
“Ulan işe bak Reşad. Bir Alman pasaport
polisinin abukluğundan söze başlayıp, nerelere geldik. Bence sen akşam yatağa
yattığında bana bu söylediklerini tekrar geçir kafandan.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder