İlk kızı farketti Cengiz. İki gün
öncekinden de kısa bir etek giymişti. Ayaklarında da; ortama hiç uymayan,
alabildiğine yüksek topuklu ve dekolte ayakkabılar vardı. Bluz niyetine üstüne geçirdiği şey, küçücük
bir atlet fanilasına benziyordu. Ama omuzunda yine büyükçe bir çanta asılıydı
kızın. Ağıra benziyordu ve Cengiz onun içinde ne olduğunu tahmin edebiliyordu.
Sonra da yanındakileri gördü. Bu sefer 2 kişi vardı onunla birlikte. Biri o
küçük Rienen köyündekiydi, öbürünü ise tanımıyordu. Doğruca yanlarına gelip
oturdular. O zaman kızın sutyenin de olmadığını farketti. Memelerinin neredeyse
yarısı meydandaydı. Teşhirci miydi acaba? Neyse ki bugün gözleri o kadar soğuk
bakmıyordu.
“Reşo,” diye söze girdiği Cengiz’in
tanımadığı adam, “Bak bu işe birlikte baş koyduk biliyorsun.”
“Lüzumsuz konuşmalar yapmayalım istersen,”
diye cevap verdi Reşad.
“Arkadaşlar bana durumu anlattılar biraz.
Aslında çok sağlam görünmüyor ama başka yolu da yok galiba. Bunu anlıyorum. Ama
sana şunu söylemek istiyorum. Bu işte hata yapanın işi biter. Hata yapan
ölümlerden ölüm beğensin yani.”
Bir an sustu ve sonra Cengiz’e döndü
yüzünü.
“Bu söylediklerim senin için de geçerli
gazeteci arkadaş!”
“Sen ne diyorsun lan?” diye lafa girdi
Reşad, “Biz sana her şeyi emanet ederken böyle şeyler söylemiş miydik? Dua et
ki burada herkesin ortasındayız. Yoksa işini hemen bitirirdim senin.”
Sesi bayağı yüksek çıkmıştı. Çevre
masalarda oturanlar bile dönmüş onlara bakıyordu merakla. Sanki binlerce
voltluk bir gerilim oluşmuştu ortalık yerde.
Kız; Cengiz’i çok şaşırtan bir biçimde,
duruma el koydu o zaman.
“Herkes kendine gelsin! Eğer hesaplaşmak
gerekiyorsa, kalkıp tenha bir yere gider orada hesaplaşırız. Şimdi dikkati
üzerimize çekmenin ne anlamı var.”
Cengiz onu bir kez daha incelemeye başladı.
İki gün önce o küçük Alman köyünde karşılaştıkları zaman asıl gerilim içinde
olan oydu. Şimdi birden sakinleştirici rolüne soyunması ilginçti doğrusu. Sonra
onun sesindeki sakin havaya rağmen, bir taraftan da çantasını kucağına alıp
fermuarını açmış olduğunu farketti. Sağ eli çantanın içindeydi.
Artık kimse konuşmuyordu. Adeta rahatsız
edici bir boyuta ulaşmıştı sessizlik. Bereket ki garson başlarına dikiliverdi
ve herkes içeceklerini söylemeye koyuldu da, gerilim biraz azaldı. Cengiz kızın
da, öteki iki kişinin de çok güzel Fransızca konuştuğunu farketti hemen. Ama
sonra, yine sustu herkes.
“Bakın arkadaşlar...” diye konuşmayı denedi
Cengiz.
“Bir dakika dur Cengiz ağbi,” dedi Reşad,
“Bu seni ilgilendiren bir konu değil.”
Bir taraftan da az önce bağırdığı adama
dikmişti gözlerini. Öyle bir bakıyordu ki, mümkün olsa gözleriyle öldürecekti
onu. Yüzü iyice kasılmıştı.
“Senin ne numaram var oğlum hayatta?” dedi,
“Adam öldürmekten başka ne boka yararsın? Eğer ben elimi üstüne uzatmasam, onu
bile beceremezdin hatta. Seni seçip eğitimlere göndermedim mi ben? Ne
biliyorsan oralarda öğrenmedin mi? Şimdi ne cesaretle kalkıp beni tehdit
ediyorsun sen lan?”
“Reşo sakin ol...” dedi kız.
“Ben sakinim. Ama susmaya da niyetim yok
kızım. Sakinim, çünkü kontrol altında tutuyorum kızgınlığımı. Susarsam sonra
patlarım ve patlarsam neler olabilir üçünüz de bilirsiniz.”
Cengiz şimdi tüm ilgisini yeniden Reşad’a
çevirmişti. Bu kadar zamandır tanışıyorlardı ve onu hiç böyle görmemişti.
Bambaşka bir adam olmuştu sanki. Sert, kararlı ve otoriter.
“Aylardır karnınız tok, sırtınız pek
üçünüzün de. Yiyip içip yatıyorsunuz. Bizi böyle bir kader birliğine iten
belgeler de sizde. Her şey garantide yani. Peki ya ben? Ben aylardır nerelerde
yatıp kalkıyorum, ne yiyorum, ne içiyorum haberiniz var mı sizin lan? Bırak
haberiniz olmasını, merak ettiniz mi hiç? Etmediniz tabii. Niye edeceksiniz ki
zaten? Belgeler sizde nasıl olsa değil mi?”
Kimse cevap vermiyordu Reşad’a. Üçü de
dinliyorlardı yalnızca. Ama gerilimin dağılmadığı, herkesin sinirlerinin tel
tel gergin olduğu açıkça ortadaydı.
“Peki ben bu belgeleri paraya çevirmeye
kalkışmasaydım ne olacaktı?” diye devam etti Reşad, “O zaman ne yapacaktınız
peki? Kıçınızı mı silecektiniz o kâğıtlarla? Şimdi de teşekkür edeceğinize,
haddinizi aşıp beni tehdit etmeyi kalkışıyorsunuz. O zaman beni dinleyin. Ya
geçen akşam söylediğim gibi o raporun ilk ve son sayfalarının asıllarını ve
özellikle istediğim yerinin de fotokopisini vereceksiniz, üstelik de hemen şimdi
vereceksiniz, ya da asıl siz ölümlerden ölüm beğeneceksiniz. Hem ben sizin gibi
aptal da değilim. Burada bir şey yapmam size. Ne diye salak gibi yakalanıp
içerlere girecekmişim. Ama nasıl olsa bulurum sizi. Elimden kurtulamazsınız.
Kaçıp gerisin geri analarınızın kıçına girseniz sizi yine bulurum. Bulduğum
zaman da, inanın ki kazanan ben olurum. Şimdiye kadar hep ben oldum kazanan.
Bundan sonra da değişmeye niyetim yok. Bunu böyle bilin. Bir de sakın bir daha
hiç kimse benim yanımdaki birini tehdit etmeye kalkışmasın. Çünkü bundan daha
ağır bir suç yoktur bana göre. Bu, bizzat beni tehdit etmekten bile daha ağır
bir suçtur. Bu da iki.”
“Reşo,” dedi kız, “Uzatma artık. Herkes
kendine göre bir şeyler yaşıyor işte. İstediklerini getirdik yanımızda ama
yanımızda dediysem burada değil arabada. Araba da, sizinkinin az ötesinde park
yerinde. Gider alırız.”
Yine sessizlik başladı. Gariptir ki, en
sessiz olan gelir gelmez ortalığı karıştırandı. Cengiz garsona işaret edip
hesabı istedi.
“Hadi kalkalım...” dedi sonra da, “Buradaki
herkesi de gerdik zaten. Gidip bir yerde yemek yiyelim.”
Kimse itiraz etmedi. Kalktıklarında da kız
en öne geçti. Dar bir sokaktan yürümeye başladılar. Öteki iki kişi hemen kızın
arkasından yürüyordu. Reşad onların peşindeydi ve Cengiz de en arkada kalmıştı.
Merakla kızı izliyordu yine. Böyle bakıldığında, görüntüsü ve genel havasıyla
ne kadar farklıydı. Herhangi biri, normal koşullar altında rahatlıkla ona
asılmayı deneyebilirdi. Öyle bir elektrik veriyordu çünkü. Çekiciydi. Hâlbuki
daha bir kaç dakika önce elini çantasına sokup tabancasını kavramıştı. Sanki
her an ateş etmeye başlayacakmış gibi bir hali vardı o sırada.
Az sonra başka bir küçük meydana çıktılar
ve kız gidip bir İtalyan restoranının sokak ortasına dizilmiş büyük ağaç
masalarından birine oturdu. Öbür ikisi de geçip onun karşısına yerleştiler.
Sonra Reşad sol, Cengiz de sağ tarafına oturdular kızın. Artık ortam biraz
yumuşamıştı. Herkes pizza yemek istiyordu. Garsona siparişleri kız verdi.
Özellikle öteki iki erkek üstünde, neredeyse hâkimiyet boyutunda bir etkisi
olduğu hissediliyordu. Bu üçünün arasındaki ilişkinin rengini ve boyutunu merak
etmeye başlamıştı artık Cengiz.
Kahvelerini de içtikten sonra kalkıp hep
birlikte arabaları parkettikleri alana doğru yürümeye başladılar. Kız yine en
önden gidiyordu. Gerçekten de iki sıra sonraya parketmişti kırmızı Renault.
Adamlardan biri önce kapının, sonra da bagajın kilidini açtı. Kız bagajı açıp
içinden büyük bir zarf aldı ve Reşad’a uzattı.
“Tamam Reşo,” dedi sonra da, “Artık
konuşacak bir şey yok. Herkes birbirini anladı sanırım. İşin ilk bölümünü
tamamladığında bizi ararsın nasıl olsa. Sonra bakarız ikinci bölümü nasıl
halledeceğimize.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder