7 Eylül 2011 Çarşamba

“BAĞIMSIZLIK SAVAŞI, ARTIK BEN OLMADAN DEVAM EDECEK!”

Ergin Girginer’in keyfi yerindeydi Citroen’in ön koltuğunda otururken. Cengiz’le birlikte olmayı özellikle de birlikte bir yerlere gitmeyi hep sevmişti. Ayrıca, çoğu zaman serzeniş bazen de azar işitmesine neden olan içki tutkusunun bile bu akşam sorun olmayacağını biliyordu. Nasıl olsa dışarı çıkıyorlardı biriyle beraber yemek yemeğe ve elbette ki içki de içilecek demekti. Gazeteden çıkmadan önce Dimitri’yi aramıştı Cengiz. Gazetedeki herkes gibi Türkiye’den ziyarete gelenlerin de kısaca ‘Yunanlı’ diye tanıdıkları restoranın sahibiydi Dimitri.

“Bir saate kalmaz orada olurum, rakın var değil mi?”

Normalde rakı değil uzo veriyordu Dimitri. Rakı yalnızca sayıları çok az özel Türk müşteriler içindi. Cengiz fazla göze batmadan birşeyler yemek istediği zamanlarda hep oraya giderdi. Frankfurt’un Güney bölgesinde, genelde yalnızca Almanlar’la Yunanlılar’ın geldiği bir yerdi. Mezeleri nefisti ama.

Peşinden de Isabella Otel’den Reşad’ı aramış ve ona ‘gazeteden çıkmak üzere olduğunu, geldiğinde de aşağıdan telefon edeceğini’ söylemişti.

“Kim bu adam..?” diye sordu Ergin.

“Tam bilemiyorum Ergin. Söylediğine göre PKK’dan ayrılmış ve şu anda kaçak konumunda olan biri. Gerçekten söylediği adam mı değil mi bilemiyorum. Ama eğer öyleyse, güzel iş.”

“Hadi hayırlısı,” dedi Ergin, “Benden istediğin ne peki?”

“Şu anda sadece dolgu olmanı istiyorum Ergin. Eğer akşam yemekte onun çenesini biraz açmayı becerirsem, o zaman aklına gelen her şeyi sor sen de. İlla bilmem gerekmiyor ne soracağını. Yalnızca sor. Bakarsın senin sordukların benim aklıma gelebileceklerden daha önemli çıkar bir anda...”

Gülmeye başladı Ergin.

“İyi o zaman... Türkiye’deki yeni yetme gazeteciler gibi yapacağım demektir. Yani ne sorduğunu bilmeden; hatta kime ne soru sorulacağını, ne sorulmayacağını bile bilmeden bir şeyler sormaktan söz ediyorum.”

Gelmişlerdi bile Isabella’nın önüne. Cengiz arabayı kapıdan biraz uzağa yanaştırıp indi ve hızla içeri daldı. Tam karşıdaki birahanedekilere görünmek istemiyordu. Her zaman tanıdık birileri olurdu orada. İki dakika sonra da, Reşad’la birlikte çıkıp arabaya doğru yürüdüler. Ön koltukta birinin oturduğunu farkedince birden durdu Reşad.

“Yabancı değil,” dedi Cengiz, “Gazeteden bir arkadaş...”

Sonra da arka kapıyı açtı Reşad’a binmesi için. Peşinden de hemen direksiyona geçip gaza bastı. Burada fazla kalmak istemiyordu.

Konuşmadan restoranın önüne kadar geldiler. Aslında böyle yerlere belinde silahla girmek istemezdi Cengiz ama, bu sefer tersini yapacaktı. Zaten sırf rahatça silah taşıyabilmek için giyim tarzını değiştirmek zorunda kalmıştı bir süre önce. Kışları hiç bir sorun yoktu doğrusu. Nasıl olsa ceketi oluyordu ve hep pantolon kemerine soktuğu 7.65mm’lik Walter PPK silah belli olmuyordu. Yazları da bir tişörtün üstüne, pantolonunun içine sokmadan gömlek giymeyi ve bunun düğmelerini açık bırakmayı adet edinmişti. Bir tür ceket gibi yani. Şimdi de aynı öyle giyinmişti.

Onu kapıda görünce yanına geldi Dimitri. El sıkıştılar. Sonra en köşede onlara ayrılmış masaya yöneldiler. Reşad kapıyı görebilecek bir şekilde oturdu. Cengiz de öyle. Bir tek Ergin’in arkası kapıya dönüktü. Ama Reşad hala gerilmiş görünüyordu.

“Merak etme Reşad,” dedi Cengiz, “Burası sağlam bir yerdir...”

“İyi de ağbi, kendimi çıplak hissediyorum... Silahsızken yani...”

“Tamam yavrum anladım... Sana burası sağlamdır dedim, yine de inandıramadım. O zaman bak ne yapalım. Eğer gerek olursa benimkini alabilirsin, oldu mu? Söz...”

Garson mezeleri getirmeye başlamıştı bile. Onun ne yiyeceğini, ne sevdiğini hepsi bilirdi zaten. O yüzden sorulmazdı bile. Bir büyük şişe Yeni Rakı da, etraftakiler görmesin diye peçeteye sarılıp buz kovasının içine konularak gelmişti masaya. İş bardakları doldurana kadardı nasıl olsa. Ondan sonra rakı da uzo da beyaz oluyordu.

Az sonra kadehleri tokuşturuyorlardı. Cengiz büyücek bir yudum aldı rakıdan, Reşad da küçücük. Ya alkolü sevmiyordu, ya da sarhoş almak istemiyordu. Ergin ise daha ilk dikişte rakı bardağının yarısını boşaltmıştı midesine.

“Neden ters düştün örgütle..? diye soruverdi Cengiz birden.

Biraz şaşkınlıkla baktı Reşad Ona. Sanki ne sorduğunu anlamamış gibiydi.

“Ağbi anlattım ya bugün...”

Demek ki ne sorduğunu anlamıştı Cengiz’in. Anlamadığı, bunu neden sorduğu olmalıydı.

“Bugün sen bana yalnızca para tarafını anlattın işin Reşad,” dedi, “Başka bir şeyden söz etmedin ki...”

“İyi ya işte...”

“Yani sırf para için mi koptun örgütten?”

“Evet ağbi, aynen öyle yaptım... Gerçi ben ülke sorumlusu olarak ötekilerden daha iyi bir durumdaydım ama, ağalar krallar gibi yaşıyordu... Ben de çok bozuluyordum buna...”

“Ağalar mı..?”

“Evet ağbi ağalar... Bolluk içinde yüzen ağalar. Ülkedeyken hayal bile edemeyecekleri kadar bolluk içinde yüzüyor onlar. Yani üst kademe yöneticilerden söz ediyorum.”

“Vay be Reşad, para mı dağıtıyorlar bu Avrupa ülkelerinde de bizim haberimiz yok?”

“Cengiz ağbi, unutuyor musun toplanan haraçları, eroin işlerini filan?”

“Unutmuyorum tabii de bu işlerle örgüt uğraşmıyor mu?”

“Ne örgütü ağbi? Örgüt dediğin soyut bir şey. Bu işleri gerçek insanlar yapıyor elbette ki. Gelen paraların da ancak bir kısmı gidiyordur örgüte. Yarısı belki de...”

“Peki aşağıdakilere dağıtmıyorlar mı biraz, bu senin ağalar?”

“Cengiz ağbi, bu para dediğin, daha doğrusu para hırsı dediğin, ibnelik gibi bir şey. Hep daha çoğunu istiyor paranın tadını alan. Hele geçmişinde parasızlık çekmişse. Hele kırsaldan geliyorsa...”

Cengiz onun para hırsını tanımlama şekline güldü. Hiç böylesini duymamıştı doğrusu. Sonra birden ciddileşti yine.

“Yani siyaseten ters düşmen söz konusu olmadı örgüte, öyle mi?” diye sordu sonra da.

“Bu mümkün değil Cengiz ağbi. Nasıl ters düşebilirim ki? Yalnızca bazı yöntemler konusunda farklı düşünüyor olabilirim. Halkımın bağımsızlık mücadelesine inanmış biriyim ben. Sen tabii sömürgeci bir ulusun temsilcisi olarak algılayamazsın bu söylediklerimi?”

“Bi dakka bi dakka...” dedi Cengiz, “Ben miyim sömürgeci ulus temsilcisi?”

“Türk değil misin sen ağbi?”

“Türk’üm Reşad. Ama bu durumda yine de anlamadığım bir şey var. Nereyi sömürüyoruz biz?”

“Kürdistan’ı tabii Cengiz ağbi.”

“Reşad senin Kürdistan dediğin, ama benim Güneydoğu Anadolu olarak tanımladığım bölge, bir sömürgecinin ancak kâbusu olabilir bence. Sömürge dediğinde, adı üstünde sömürülecek bir şeyler bulunması lazım. Güneydoğu’da sömürülecek ne var peki? Söyle bana ne var ha?  Aksine bence asıl sömüren sizlersiniz. Türk Devleti’nin sınırlı varlıklarını sömürüyorsunuz yıllardır. Oralardaki her şeyi; para harcayarak, Türk Devleti yapıyor. Hem de akıl almaz büyük para harcayarak. Oradaki halk ne yapıyor peki? Biraz paranın ucunu gören hemen o toprakları terkedip Batı’ya göçetmiyor mu? Sonra da tüm parasını Batı’ya yatırıp büyük işadamı olmuyor mu? Peki neden onlar paralarını senin Kürdistan dediğin yere yatırmıyorlar ha? Neden? O zaman da ne çıkıyor ortaya biliyor musun Reşad, siz kendi kendinizi sömürür duruma düşüyorsunuz.”

Kızmıştı Cengiz. Ne diyordu bu herif böyle?

“Cengiz ağbi,” dedi Reşad, “Ben Kürdistan derken yalnızca senin Güneydoğu dediğin yeri kastetmiyorum ki. Kürdistan büyük bir yer. Çok büyük. Dört ülkenin aralarında bölüştüğü topraklardan söz ediyorum ben. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin ve hatta biraz da Sovyetler Birliği’nin aralarında bölüştüğü Büyük Kürdistan’dan söz ediyorum.”

“Reşad, kendin söyledin. İran, Irak, Suriye dedin. Oraları Türkiye değil ki. Peki bu durumda nasıl oluyor da biz Türkler sömüren ulus oluyoruz?”

“Ağbi sen Türkiye’nin bir gün Güney Kürdistan’a inip petrol yataklarına el koyma hayaliyle yanıp tutuştuğunu bilmiyor musun?”

“Saçmalıyorsun Reşad. Kaldı ki Türk Devleti’nin böyle gizli niyetleri bile olsa, kim izin verir ki buna? Senin petrol yatakları dediğin yer Irak’ta. Orada da, Amerika’nın has adamı Saddam Hüseyin var.”

“Evet ağbi... Bugün için böyle görünüyor durum. Ama yarın ne olacak bilebilir miyiz?”

“Tamam Reşad. Başka şeylerden konuşalım iyisi mi.”

“Konuşalım ağbi ama bence erken susturmaya çalışıyorsun beni. Hâlbuki anlatacaklarımdan yararlanabilirsin bir bakıma. Çünkü belli bir taktik dikkatle uygulanıyor ve buna göre de, bazı şeylerin, üstelik daha önceden denenmiş ve başarılı olduğu kanıtlanmış yöntemlerin sahneleneceği anın gelmesi sabırla bekleniyor.”

“Reşad bak itiraf edeyim sana. Doğrusu ben Büyük Kürdistan hayaliyle kıvranan Kürt milliyetçilerinin böyle uzun vadeli taktikleri dikkatle uygulayabileceğini hiç bilmezdim. Üstelik buna; senin o sözünü ettiğin  ‘denenmiş başarılı yöntemlerin uygulamaya konulması anına kadar sabırla beklemeyi’ hiç ekleyemezdim. Bizler, insanların yalnızca kısa vadeli planlar yapabildikleri bir coğrafyadan geliyoruz Reşad, Eğer içimizden birileri bunun tersini yapabilselerdi, şimdiye kadar dünyanın haritası çok daha başka biçimlenmiş olurdu.”

“Cengiz ağbi bir dakika,” dedi Reşad, “Ben sana bu taktikleri Kürt liderlerin geliştirdiklerini söylemedim ki zaten.”

“Öyle mi? Peki kimler bu senin o eşsiz taktiklerinin arkasında yatanlar?

“Senin de söylediğin gibi, petrol nedeniyle o topraklarda uzun zamandır gözü kimlerin varsa onlar Cengiz ağbi. Taktikler onların. Yeni de değiller. Yüz senedir sabırla uygulanmaya çalışılan taktikler bunlar.”

“Ama bak bir türlü hayata geçirilememişler işte Reşad. Hep bir şeyler olmuş ve o taktikleri geliştirenler hep hüsrana uğramış. Bir kere sağlam durduğu için Türkiye içinde herhangi bir başarıları olmamış. Tabii eğer senin mensubu olduğun örgütün yarattığı terör ve şiddet dalgasını saymazsak. Ama kabul etmeli ki, daha Güney kesimlerde ortalığı iyice karıştırmayı başardılar. Bence bunlar fazla hayalci taktikler.”

“Söylediklerinin biri doğru Cengiz ağbi. Türkiye sınırları içindeki başarıları sınırlı. Ama, şimdilik bu. Mezopotamya’ya inince durum biraz farklı ama. Şu ana kadar yapılabilen tek şey ortalığın karışması senin de dediğin gibi. Ama sonuç olarak elde edilen önemli bir kazanç var o taktikleri geliştirenler açısından. Ortalık ne kadar karışık olursa, onların isteklerine kavuşma ihtimalleri de o kadar artıyor. Kendileri açısından en önemli eksik, aynı amaçları taşıyan birden çok devletin olması. Bu aralarında sık sık çıkar çatışmaları olması sonucunu getiriyor. Hepsi de bir gün bu çatışmaları önleyebileceklerini umuyorlar. Çünkü o zaman durdurulamayacak kadar güçlü olacaklarına inanıyorlar. Ne var ki, biraz uzun sürüyor bu iş. Bugünkü durum bu, ama yarın neler olacağını bilemiyoruz demiştim sana az önce. Bunu kastediyordum işte.”

“Yani sen şimdi bana diyorsun ki Reşad; eninde sonunda bir gün o bölgedeki petrol yataklarının kontrolünü tümüyle ele geçirecekler bunlar, öyle mi?”

“Evet ağbi, öyle diyorum.”

“İyi de Reşad, Kürtler’in çıkarı ne olacak bundan. Adamlar kontrolü ele geçirirse, tıpkı şimdi Arap ağırlıklı ülkelere yaptıkları, ya da en azından yapmaya çalıştıklardı gibi, Kürtler’i de istediği gibi oynatacak. Yani ne öyle Büyük Kürdistan çıkabilir ortaya, hatta ne de kayda değer bir Kürt devletçiği. Bunu görmüyor mu sizin milliyetçi liderleriniz?”

“Bunu görmemek mümkün mü ağbi? Ama bizim niyetimiz biraz farklı. Bu karışıklığın arasından bir çıkış noktası bulmamız gerektiği kesin. Ama bir taraftan da, Kürtler’le Araplar arasındaki farklılığa güveniyoruz elbette ki.”

“Vaaaaay!” dedi Cengiz, “Şimdi de Araplar’a yönelik ırkçılık mı giriyor devreye? Bak bu gerçekten de ilginç. Eeee Reşad, nasıl bir çıkış noktası bulacaksınız peki?”

“Biz Araplar’dan daha sertiz, daha savaşçıyız. Yüzyıllardır kendi ülkemizin sahibi olamamanın üstümüzde yarattığı eziklik, giderek delice bir başkaldırma isteğine dönüşmüş halde. Yani, başkalarına Araplar kadar kolay lokma olmayız. Uygun ortamı yakalarsak, çatır çatır kendi devletimizi kurarız. Elbette ki; bunu önce başarabilmek, sonra da devam ettirebilmek için tavizler vermek zorunda kalacağız. Yani, gözü petrolde olanların suyuna gideceğiz. Ama unutma Cengiz ağbi, bu daha öncede örneklerini gördüğümüz bir şey. Yani daha güçlü birilerinin hamiliğine sığınarak yeni bir Devlet kurmak, bugünkü dünya düzeni içinde geçerliliği olabilecek tek yöntem.”

“Ama o zaman onlar tarafından sömürülmek demek olur bu. Hele ki senin üzerinde konuştuğun toprakları bu derece cazip hale getiren petrol rezervleri söz konusuysa.”

“İlk başlarda evet. Mutlaka öyle olacak. Ama düşün şimdi Cengiz ağbi, artık bir kısmımız Türkiye’de, bir kısmımız Irak’ta, ya da İran, Suriye, Sovyetler Birliği’nde değil, kendi ülkemizde, Kürdistan’da yaşıyor olacağız. Hasret bu. Hedef bu. Üstelik kimbilir, belki de ilerde bir yolunu daha bulur ve o sömürgecilerden de kurtuluruz.”

“Reşad be,” dedi Cengiz, “Bütün bu dediklerinin olabilmesi ihtimali neredeyse sıfır biliyorsun değil mi? Bunların olabilmesi için o topraklar üstünde fırtınalar kopmuş olması gerek. Savaşlar olmuş, oluk oluk kan akmış olması gerek. Bunu o ima ettiğin ülkeler göze alamaz ki. Hem de neden biliyor musun? Orada, o elde etmek için herşeyi göze alabilecekleri petrol var. Ona zarar vermeyi göze alamazlar. Her yerde savaş olabilir belki de, petrolün çıktığı yerde olmaz.”

“Cengiz ağbi bak bir daha söylüyorum. Bugün için haklısın, Ama yarın neler olabileceğini bilemezsin ki. Ben inanıyorum ki, bir gün, hem de çok uzakta olmayan bir gün, böyle bir imkân çıkacak Kürtler için. O zaman da Kürt Devleti kaçınılamaz bir gerçek olarak çıkacak dünya sahnesine.”

“Moralini fazla bozmak istemem ama Reşad, hadi diyelim bu iş oldu. Koşullar ortaya çıktı ve Kürt Devleti kuruldu Mezopotamya’da. Peki, Türkiye’nin Güney-Doğu bölgesinde, hatta durmadan göçettikleri için İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, kısacası ülkenin her yerinde yaşayan Kürt asıllılar ne olacak. Onları nasıl katacaksınız o devlete. Senin örgütünün gücü, ancak karışıklık çıkarmaya, çoluk çocuk demeden öldürmeye yeter. İş ciddiye binerse, bunların hepsini bitirir Türkiye. Yani bütünlüğünü gerçekten tehdit altında hisseden bir Türkiye’nin önünde nasıl duracaksınız, merak ediyorum. Türkiye’ye savaş mı açacaksınız yoksa? Bunu da denemeye kalkacak kadar kafayı yemiş birileri mi var o Kürt liderlerin arasında yoksa?”

“Sana az önce sözünü ettiğim yöntemleri unutuyorsun Cengiz ağbi. Bir değil bir kaç kere denenmiş hem de. Bir tek yerde değil, dünyanın çeşitli yerlerinde denenmiş yöntemler bunlar. Hemen itiraz da etme, bu yöntemler, bir zamanlar Türkler’e karşı da başarıyla uygulanmış. Yani o zaman amacına ulaşmış. İmkânsız gibi görünen sonuçlar elde edilmesini sağlamış yöntemler bunlar.”

“Vay be Reşad. Neler varmış da biz bilmiyormuşuz meğerse. Meraklandım şimdi bak. Nelermiş bu yöntemler bakalım?”

“Aslında benim bu konularda sana bir şeyler anlatmamın gereği yok Cengiz ağbi. Yapman gereken tek şey, Osmanlı’nın yıkılış dönemindeki olanları şöyle bir incelemek. Özellikle de Balkanlar’da olanları.”

Cengiz hem Reşad’ın anlattıklarını dikkatle dinliyor, hem de elinde olmadan fena halde kızıyordu. Aslında kızmaması gerektiğinin farkındaydı tabii ama, olmuyordu işte.  En azından Reşad’a kızmamalıydı. O sadece anlatıyordu. Asıl kızması gerekenler, Türkiye’yi yönetenlerdi. Acaba onlar bu gerçekleri göremeyecek kadar yeteneksiz miydiler? Çevrelerindekiler arasında da mı kimse yoktu peki? Türkiye Cumhuriyeti gibi, yalnızca coğrafi konumu nedeniyle bile olsa çok önemli bir Devlet’i yönetmek için kendini ortaya atanların belli yetenekleri olması gerekmez miydi?  Yoksa daha da mı kötü bir durum vardı. Yoksa Reşad’ın sözünü ettiği o sömürgeci taktikleri geliştirenler, burada da devreye mi giriyordu? O taktiklerin arasında Türkiye’yi hareketsizleştirmek, duyarsızlaştırmak amacını güdenler de mi vardı? Bu kadar kötü müydü her şey?

Susmuşlardı ikisi de. Cengiz dönüp Ergin’e baktı. Onlar konuşurken rakı şişesinin yarısı boşaltmıştı bile. Tatlı tatlı gülümsüyordu. Hâlbuki bundan sonra sözü o alır ve birşeyler sorar diye umuyordu Cengiz. Canı sıkkın bir halde tekrar Reşad’a döndü yüzünü. İçinden dalga dalga yükselen kızgınlığı biraz soğutabilmek için saldırabileceği kişi oydu şu anda, Kendini tutamıyordu.

“Ama sen artık bu hareketin içinde değilsin Reşad,” dedi, “Sen şu anda bizimle birlikte oturuyorsun ve bunları bize anlatıyorsun.”

“Evet Cengiz ağbi, artık bunun içinde değilim.”

“Yani sen şimdi para için siyasi ve milliyetçi ideallerini satmaya hazır biri mi oluyorsun o zaman Reşad?”

“Kürdistan’ın bağımsızlık savaşı, artık ben olmadan devam edecek Cengiz ağbi... Evet, aynen böyle olacak...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder