Kahvelerini konuşmadan içtiler. Reşad hala
düşünceli görünüyordu. Onun bu hali de, Cengiz’in kafasının karışmasına neden
oluyordu yalnızca. Mutlaka ters giden bir şeyler olmalıydı. Reşad’ın ona
anlatmaya cesaret edemeyeceği kadar önemli bir şeyler hem de. Doğrusu işleri bu
kadar olgunlaştırdıktan sonra bir aksilik çıkması, olabileceklerin en
kötüsüydü. Kalktıklarında Cengiz Mercedes’i benzin pompasına yanaştırıp depoyu
doldurdu önce. Sonra da markete daldı. Hemen girişte sağ tarafa yerleştirilmiş
bir rafın üzerinde müzik kasetleri ve CD’ler vardı. Oraya yöneldi hemen. Gerçi
çoğu Almanlar’ın ‘schlager’ dediği türden, Almanca sözlü berbat şarkılardı ama,
beklenmedik bir şekilde 3 CD buldu Cengiz. Biri Soft Jazz Selections, diğeri
Beyond Mississipi adında bir blues albümü, üçüncüsü de Mahalia Jackson’un bir
albümü. Sonra elinde CD’lerle arabaya geri döndü.
“Yandın oğlum Reşad,” dedi direksiyona
geçerken, “Tam kafama göre müzikler buldum. O senin sevmediğin caz-maz türünden
hem de.”
Hiç ses çıkarmadı Reşad. Cengiz Beyond
Mississipi’yi CD çalara takarken de sessiz kaldı. Ne oluyordu bu adama böyle?
Giderek daha da meraklanmaya başlamıştı Cengiz.
“Sen iyi misin Reşad?” diye sordu.
“İyiyim Cengiz ağbi. Merak etmeni
gerektirecek bir durum yok yani.”
“Valla anlamadım nasıl iyi olduğunu Reşad.
Kukumav kuşu gibi oturup düşünüyorsun. Hani seni hiç tanımasam yerim belki bu
‘iyiyim’ ayaklarını ama, gördüğün gibi yemiyorum işte. Sen anlatmayınca da
meraklanıyorum tabii. Yani uzun lafın kısası, senin huzursuzluğun bana da
geçiyor. Böyle işin ucuna gelmişken huzursuz olmak da hoşuma hiç gitmiyor
doğrusu.”
“Ağbi anlatacak bir şey yok. Sen de hiç mevzuu
açmıyorsun ki konuşayım zaten.”
“Öyle mi Reşad?” dedi Cengiz, “Al bakalım o
zaman sana mevzu. Bana şu Kürt Devleti hayalinin nasıl hayata geçeceğini baştan
anlat ha. Hem de hiç acele etme. Zamanımız bol. Uzun uzun anlatabilirsin yani.”
“Ağbi nesini anlatayım ki? Zaten bu soruyu
öyle inançsız soruyorsun ki, insanın anlatası da kalmıyor bir bakıma. Bir kere
bu iş hayal filan değil, bunu bilmen gerekirdi şimdiye kadar
konuştuklarımızdan.”
“Bana göre düpedüz hayal ama Reşad. Aksini
kanıtla da beni inandır o zaman bakalım.”
“Cengiz ağbi, hata yapıyorsun.”
“Öyle mi Reşad? Ne hatası yapıyormuşum
peki?”
“En baştan hatalısın bir kere. Sanki
benimle dalga geçermiş gibi soruyorsun soruyu. Öyle ‘hayal-mayal’ diye konuyu
küçümsediğini belli ederek başlıyorsun işe. Bu da, tipik bir Türk davranışı
işte. Sizler sanıyorsunuz ki; böyle düşünerek, böyle davranarak kaçınılmaz bir
şeyi engellemeniz mümkün olabilecek. Hâlbuki hiç de öyle değil durum. Ve açık
konuşmak gerekirse; sizin bu tutumunuz, aslında bir Kürt Devleti’ni oluşturmaya
çalışanların işine geliyor. Hem de çok.”
“Nasıl yani Reşad? Aç bakalım bu konuyu
biraz, o zaman.”
“Yani siz böyle bir tür gülümsemeyle
gelişmeleri seyrederken, birileri Kürt halkının bilinçlendirilmesi işini
rahatlıkla yürütüyor. Ama eninde sonunda uyanacaksınız tabii. Ne var ki, o
zaman çok geç olmuş olacak. Yapabileceğiniz tek şey de, kusura bakma ama, dövünmek
olacak.”
“Reşad,” dedi Cengiz biraz kızarak, “Sana
konuyu aç dedim. Durmadan aynı şeylere tekrarla demedim ki.“
“Biliyor musun Cengiz ağbi, aslında bakmayı
bilseniz, tarih boyu yaşadıklarınızı hatırlasanız, benim hiç bir şey anlatmama
gerek kalmadan da sizi bekleyen sonun ne olacağını açıkça görürsünüz. Ama
ilginç bir şekilde bunu yapan kimse yok Türkler’in içinde. Nedeni belli olmayan
bir güven duygusu yaratıp bunun arkasına sığınıyorsunuz işte. ‘TC’ye bir şey
olmaz’ diye inandırmışsınız kendinizi bir kere. Buna inanınca da, gerçekten hiç
bir şey olmazmış gibi geliyor. Bu da, Türkler açısından yanlış, kendilerine bir
Devlet kurmak isteyen Kürtler açısından ise çok büyük bir avantaj. Onu
anlatmaya çalışıyorum sadece.”
Durup biran düşündü Cengiz. Reşad’ın ne
demek istediğini anlamaya başlıyordu. Birden rahatsızlık duymasına neden
olmuştu bu. Başını çevirip yanında oturan adamın, yalnızca arabanın tablosundan
gelen hafif renkli ışıklarla aydınlanan yüzüne baktı. Ciddi görünüyordu
ifadesi.
“Bir dakika dur Reşat,” dedi sonra, “Yani
sen şimdi demek istiyorsun ki, biz kendimize güvenmeyi öyle bir boyuta
getirmişiz ki; bu bizi adeta körleştirmiş, öyle mi? Yani ne tehlikeyi, ne de
bunun boyutunu kavrıyoruz. Hatta daha da ileri gidelim hadi, tehlike olduğunun
farkında bile değiliz. Bunları mı söylemek istiyorsun?”
“Aşağı yukarı Cengiz ağbi. Yani bir
bakıma.”
“Peki, bunları neden anlatıyorsun ki sen
bana? Duyan da bizim için üzüldüğünü sanır neredeyse.”
“Ağbi sen soruyorsun, ben anlatıyorum işte.
Yoksa neden üzüleyim ki? Aksine bu benim de işime gelir tüm Kürk halkının işine
geldiği gibi.”
“Yani demek istiyorum ki Reşad, bunları
bana anlatınca; sanki beni, yani bizi uyarmak istiyormuşsun gibi bir hava
çıkıyor ortaya. Ondan sordum bunu işte.”
“Cengiz ağbi ben bunları sana anlatıyorum.
Seni sevdim işte, bunu biliyorsun.”
“İyi de oğlum, ben tutup bunları yazarım ve
Türk halkını uyarırım diye de mi korkmuyorsun?”
“İstediğin gibi yazabilirsin ağbi. Bir
faydası olmaz nasıl olsa. Bu kendine güven hikâyesi çok tehlikelidir biliyor
musun? Bir kere yakalandığında asla kurtulamayacağın bir hastalık gibidir
yani.”
“O zaman bu geldiğimiz oyunların, yediğimiz
numaraların neler olduğunu anlatmayacaksın demektir Reşad. Öyle ya, anlıyorum
ki, Türkler’in durumu kavramasını hiç istemezsiniz sizler.”
“Yine yanıldın Cengiz ağbi,” dedi Reşad
gülerek, “İstersen anlatırım tabii. Üstelik sana bunu bir kere anlattım da
önceden. Hatırlıyor musun? Örnekler de vermiştim üstelik. Balkanlar’ın
Osmanlı’dan nasıl koparıldığıyla ilgiliydi.”
“Yine aynı konu ve yine aynı hayaller öyle
mi Reşad. Hatırlıyorum elbette ki. Ama doğruyu söylemek gerekirse, ciddiye
alınacak bir şey görmüyorum bunda. Saçma sapan hayaller ve varsayımlara dayalı
bir teori işte.
“Bak yine haklı çıkıyorum Cengiz ağbi,”
dedi Reşad, “Tipik bir Türksün sen. Kendine güven duygusu içine işlemiş. Hatta
körleştirmiş seni. Tüm iyi niyetimle anlatmaya çalıştığımda bile bunu saçma
olarak değerlendirip, görmezden geliyorsun.”
Elinde olmadan gaz pedalındaki ayağını kaldırdığını
farketti Cengiz. Ne diyordu bu herif yine böyle? Hem sinirlenmişti, hem de
gerçekten meraklanmıştı. Tüm vücudunun gerildiğini hissediyordu.
“Oğlum bırak şimdi böyle büyük büyük laflar
etmeyi de, anlat bakalım,” dedi sinirli bir sesle.
“Boş
konuşmuyorum ben Cengiz ağbi. Osmanlı’nın neye güvendiğini bilmem ama, sizin,
yani Cumhuriyet kuşaklarının neler düşündüğünü, neden kendinize bu kadar
güvenmeye meyilli olduğunuzu çok iyi farkındayım.”
“Öyle
mi Reşad?” diye adeta hırladı Cengiz. “Anlat bakalım o zaman da biz de
öğrenelim.”
“Anlatayım
Cengiz ağbi. Ama bana kızmanı istemem. İnan ki yalnızca seni uyandırmak
istiyorum, o kadar. Ama n’olursun sözümü kesmeden dinle biraz, olur mu?”
“Tamam
ulan. Kesmiycem sözünü, oldu mu?”
"Sizin
güven duygunuzun altında yatan şey, TC’nin kuruluş sürecinde yaşanan olaylar,
imkânsızlıklar karşısında pes etmeyerek sonunda zafere ulaşan kadrolar ve
onların sonuçta ulaştıkları göz kamaştırıcı başarı.”
“Hah
şöyle, dedi Cengiz, “Yola gel bakalım.
“Ağbi,
hani sözümü kesmeyecektin?”
“Haklısın.
Sustum işte.”
“Ne
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecini, ne de o işi başaran kadroları
unutmuyorum elbette ki,” dedi Reşad, “Ayrıca o müthiş devrimin liderine hiç
sözüm yok. Ama sizin farkında olmadığınız ne, biliyor musun ağbi? O lider öleli
çok oluyor. Kadrolar da eridi gitti. Liderin yerleştirdiği kavramlar ise artık
yalnızca kulağa hoş gelen tekerlemeler gibi. Mevcut duruma bakacak olursan,
Türkler bu tekerlemeleri ikide birde tekrarlayarak, yalnızca tekrarlayarak her
türlü sorunun üstesinden geleceklerine inanıyorlar."
"Kadrolar
eridi de ne demek şimdi Reşad? En azından bizzat Atatürk'ün, yani o liderin
kurduğu, ilkelerini saptadığı bir parti hala önemli bir yer tutuyor siyasi
yaşamda. Bunu unutuyor gibisin."
"Bak
bunu sorduğun iyi oldu Cengiz ağbi. Unutmuyorum elbette ki.. Ama galiba sen
1950'den beri bu partinin kayda değer hiç bir başarı kazanamadığını
unutuyorsun. Zaten bende kadrolar bitti, tümüyle tükendi demiyorum ki. Eridi
diyorum. Bu, pek çok şey için mükemmel bir ortam oluşturuyor. Yani mükemmel
derken, siz Türkler için değil, Türkiye’yi parçalamak isteyenler için demek
istiyorum."
Bir
süre sustu Reşad. Sanki Cengiz’in müdahale etmesini bekler gibiydi. Gözlerini
dikmiş yüzüne bakıyordu sürekli.
“Devam
et Reşad,” dedi Cengiz gülerek, “Sözünü kesmeyecektim ya…”
"Tamam
devam ediyorum o zaman. Bak ağbi, hatırlıyor musun ilk adım neydi? Etnik
bilincin filizlenmesini sağlamaktı, öyle değil mi? Bu farkındaysan epey zaman
önce başarıldı. Hem de Türkiye'nin buna en uygun bölgesinde, Kürdistan'da
başarıldı. Etnik bilinç filizlenince de, küçük küçük ve ilintisiz gibi görünen
şiddet olayları başladı. Sizler bunu ilk başlarda basit eşkıyalık uygulamaları
olarak tanımlamaya çalıştınız. Sonra da, kısaca terör dediniz. Ama, farkında
olmadan yalnızca kendinizi kandırıyordunuz yine. Etnisizmin fitilinin
ateşlendiğini ve artık patlamadan durdurulamayacağını görmek istemiyordunuz. Ya
da daha doğrusu, görmezden gelerek bundan sıyrılabileceğinize inanarak
kendinizi kandırmaya çalışıyordunuz, tıpkı senin Rumeli dediğin o bölgede de
yapmış olduğunuz gibi. Kafayı kuma gömmekle kurtulunabilseydi, hiç bir deve
kuşu ölmezdi. Bir yerlerde okumuştum, devekuşları kafalarını kuma
saklandıklarını sanarak değil, ölümlerini görmemek için gömerlermiş meğer.
Belki siz de öyle yapıyorsunuz, bilmiyorum. Baksana; sen bile, bu kadar çok
şeyi bu kadar iyi bilen sen bile, olayı görmezden geliyorsun işte. Temelinde
Kürt halkının bağımsızlığını amaçlayan PKK'nın, tıpkı o Bulgar Komitacılar gibi,
hemen sınırın ötesindeki bir ülkede, Suriye'de üslendiğini ve aynı vur-kaç
yöntemlerini uyguladığını görmezden geliyorsun."
"Susuyorum
demiştim ama, beni kızdırıyorsun Reşad," dedi Cengiz, "Bu dediğine
iki noktadan itiraz ediyorum. Birincisi artık ömrünü doldurmuş, çökmenin
eşiğine gelmiş bir Osmanlı Devleti'nin ve onun şaşkın Padişahı'nın değil,
özellikle askeri alanda bölgesinin en güçlüsü konumunda olan Türkiye
Cumhuriyeti'nin ve onun günümüzün olanaklarından yararlanan liderlerinin söz
konusu olduğunu görmezden geliyorsun. Bu sonuncuyu özellikle vurguluyorum,
çünkü Türkiye'nin liderlerinin yeteneklerinin yetersiz kaldığı noktada ona
yardımcı olacak, doğru yolu gösterecek, hatta gerekirse elinden tutup oraya
doğru çekerek götürecek, kemik kadar sağlam bir Devlet mekanizması var.
İkincisi ise bence Türkiye'nin sınır komşuları arasında senin bu vur-kaç
ekibinin üslenebileceği en kötü seçim Suriye. Unutma ki iş o son noktaya, yani
savaş zorunluluğuna dayanacak olursa; Suriye, Türkiye açısından en kolay lokma
olur bence."
"Bak
bunları söylediğin iyi oldu ağbi. Evet, artık Osmanlı yok TC var. Evet, şaşkın
Padişah’ın yerini de cumhurbaşkanları, başbakanılar almış, haklısın. Ama
bunların yetenekleri konusunda pek seninle aynı fikirde değilim. Hata yaptıklarında
onları doğru yola çekebilecek Devlet mekanizmasına gelince. Haklısın,
Cumhuriyet kurulurken bunun temeli de atılmıştı. Ama sonra ne oldu peki? Sen
siyasetçilerin ağzından seçilmişlerin her zaman atanmışlardan daha önemli
olduğunu anlatan sözleri hiç duymadın mı ki bunu söyleyebiliyorsun? Evet,
sayıları giderek azalsa bile, TC böyle adamlardan oluşan bir mekanizmaya sahip
hala. Ama Türkiye'yi yönetenler bunu kullanmak istemiyorlar ki. Bak bu çok
önemli bir konu Cengiz ağbi. O kadar önemli ki, sonuçta Türkiye'yi artık
bugünkü parçalanmaya hazır konumuna getiriyor. Suriye konusuna gelince. Tamamen
haklısın burada. Ama bilmediğin şey, Suriye'nin yalnızca bir geçiş süreci
anlamına geldiği. Sınırın fiziki yapısı da çok uygun değil zaten. Asıl hedef,
üslenmenin Irak'a kayması. En başta, Kürtler'in daha yoğun olduğu bir bölge
orası. Sonra, Barzani gibi, Talabani gibi, başkaldırı ve isyan konusunda
deneyimi olan liderler var orada. Gerçi arada birbirlerine düşüp sürece zarar
verdiler ama, yine de savaşı bilirler. Yani kısacası, daha önceden de
söylediğim gibi, Büyük Kürdistan'ın çekirdeği Irak'ta kurulacak ve yayılarak
Türkiye Kürdistanı'nı da içine alacak.
"Hatırlıyorum
bunu Reşad," dedi Cengiz gülerek, "Söylemiştin. Ama ben de sana bunun
olanaksız olduğunu anlatmaya çalışmıştım değil mi? İstersen baştan alayım.
Irak'ta Saddam diye biri var. Gaddar bir diktatör ve Amerika'nın bir numaralı
adamı. Bu da doğal çünkü Irak demek, Amerika'nın gözünde petrol demek. Şimdi
hal böyleyken sen Amerika'nın Irak toprakları içinde bir Kürt Devleti
kurulmasına izin vereceğini düşünürsen, bence aklından zorun var demektir.
Kendi bindiği dalı keser mi hiç Amerika?"
"Kesmez
elbette Cengiz ağbi. Ama acaba sen Amerika'nın bindiği dalın aslında hangisi
olduğunun farkında mısın? Bence sorun burada işte. Durumu tam kavrayamıyorsun.
Yalnız sen değil tabii, genelde siz Türkler kavrayamıyorsunuz. Amerika'nın asıl
bindiği ama etrafa çaktırmamaya çalıştığı dal, o bölgede, yani petrolün olduğu
yerde, kendinden başka hiç bir gücün olmadığı bir ortam oluşturmak. Bunun için
de, ileride tehdit haline gelebilecek bir TC'nin önceden bertaraf edilmesi
gerekiyor. Tam burada da, Avrupa ülkelerinin yüzyıllık hayalleriyle Amerikan
çıkarlarının buluşması gibi zor bulunur bir avantaj çıkıyor ortaya. Öyle bir
şey ki bu, sonuçta herkes mutlu olacak yani. Bu nedenle de, iş o aşamaya
geldiğinde, inan ki Amerika'nın Saddam'a karşı tavrı da değişecektir. Ve yine
kuşkun olmasın, Avrupa ülkeleri de, bunun yürekten destekleyecektir."
"Türkiye'yi
parçalamaktan söz ediyorsun yine Reşad. Yani sadece Kürdistan dediğin bölgeyi
koparmakla da kalmıyor galiba bu planlar öyle mi?"
"Aynen
öyle Cengiz ağbi. Mantık basit. Ne kadar çok parçalanırsa, o kadar iyi hatta.
Küçük ve güçsüz ülkecikler en ideali. TC'nin etnik yapısı zaten parçalanmaya
elverişli."
"Reşad
bence iyice uçuyorsun sen," dedi Cengiz şaşkınlıkla, "Türkiye'nin
buna izin vereceğine inanmak mümkün mü?"
"Mümkün
Cengiz ağbi. Belki bugün bunun için uygun ortam yok hala. Ama yarın ne
olacağını bilemeyiz değil mi?"
"Yarın
parçalanmayı mümkün kılabilecek kadar büyük bir değişiklik mi olacak yani
Reşad? Akıl almaz sözler bunlar. Deli saçması gibi. Cumhuriyet kadroları ne
kadar erimiş ve azalmış olursa olsun, buna izin vermez. Bunun için çok büyük
bir değişiklik olması gerekir. Ve kusura bakma ama ben bu kadar büyük bir
değişikliğin olmasına ihtimal veremiyorum."
"Farkındayım
Cengiz ağbi," dedi Reşad, "Ama çok önemli bir noktayı hesaba
katmadığını da farkındayım."
"Öyle
mi? Neymiş o peki çok önemli nokta?"
"Din
ağbi. Daha doğrusu senin karşı devrimciler diye tanımladığın kişilerin
oluşturduğu ve genelde saf dindar insanları sömürerek onları müthiş bir
potansiyel güç haline getiren hareket. Bunların Türkiye'yi ele geçirmeleri için
gereken tek şey, hâkim güçlerin biraz destek vermesi. O desteği buldukları an
inan ülkeyi ele geçirecekler ve sonra da kaçınılmaz sona, yani bölünmeye giden
yol açılmış olacak. Unutma ağbi, insanları en kolay inançlarını kullanarak
kandırabilirsin. Öyle ki, doğru yaptıklarını sanarak aslında senin çıkarlarına
hizmet ederler. Acı ama gerçek bu. Sonunda kendilerini hiç de hesaplamadıkları
bir noktada bulduklarında bile ayılmaz bunlar."
"Ne
yani Raşad? Önce dinci kadroların Türkiye'de yönetimi ele geçireceğini mi
söylemek istiyorsun. Buna ancak gülerim işte. Mümkün değil. Cumhuriyet, bu
tehlikeye karşı gereken tüm önlemleri almış bir sisteme sahiptir. Söz konusu
bile olamaz bu dediğin."
"Evet,
işte tam da bu cevabı bekliyordum benden Cengiz ağbi. Dedim ya, siz kendinize
güvenmeyi öyle bir boyuta getirmişsiniz ki, bu sizin kaybetmenize neden
oluyor."
Sustular.
Cengiz'in iyiden iyiye canı sıkılmıştı. Dikkatini yeniden yola vermek bir tür
çözüm gibi göründü gözüne. Elini uzatıp CD çaların sesini biraz daha açtı
sonra. Konsantre olabilirse, müziğin iyi geleceğini ve kafasının içini
boşaltmasına yardımcı olacağını biliyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder