22 Eylül 2011 Perşembe

KENDİNE GÜVENİN KÖREŞTİRİCİ ETKİSİ VE ETNİSİZMİN ATEŞLENEN FİTİLİ


Kahvelerini konuşmadan içtiler. Reşad hala düşünceli görünüyordu. Onun bu hali de, Cengiz’in kafasının karışmasına neden oluyordu yalnızca. Mutlaka ters giden bir şeyler olmalıydı. Reşad’ın ona anlatmaya cesaret edemeyeceği kadar önemli bir şeyler hem de. Doğrusu işleri bu kadar olgunlaştırdıktan sonra bir aksilik çıkması, olabileceklerin en kötüsüydü. Kalktıklarında Cengiz Mercedes’i benzin pompasına yanaştırıp depoyu doldurdu önce. Sonra da markete daldı. Hemen girişte sağ tarafa yerleştirilmiş bir rafın üzerinde müzik kasetleri ve CD’ler vardı. Oraya yöneldi hemen. Gerçi çoğu Almanlar’ın ‘schlager’ dediği türden, Almanca sözlü berbat şarkılardı ama, beklenmedik bir şekilde 3 CD buldu Cengiz. Biri Soft Jazz Selections, diğeri Beyond Mississipi adında bir blues albümü, üçüncüsü de Mahalia Jackson’un bir albümü. Sonra elinde CD’lerle arabaya geri döndü.

“Yandın oğlum Reşad,” dedi direksiyona geçerken, “Tam kafama göre müzikler buldum. O senin sevmediğin caz-maz türünden hem de.”

Hiç ses çıkarmadı Reşad. Cengiz Beyond Mississipi’yi CD çalara takarken de sessiz kaldı. Ne oluyordu bu adama böyle? Giderek daha da meraklanmaya başlamıştı Cengiz.

“Sen iyi misin Reşad?” diye sordu.

“İyiyim Cengiz ağbi. Merak etmeni gerektirecek bir durum yok yani.”

“Valla anlamadım nasıl iyi olduğunu Reşad. Kukumav kuşu gibi oturup düşünüyorsun. Hani seni hiç tanımasam yerim belki bu ‘iyiyim’ ayaklarını ama, gördüğün gibi yemiyorum işte. Sen anlatmayınca da meraklanıyorum tabii. Yani uzun lafın kısası, senin huzursuzluğun bana da geçiyor. Böyle işin ucuna gelmişken huzursuz olmak da hoşuma hiç gitmiyor doğrusu.”

 “Ağbi anlatacak bir şey yok. Sen de hiç mevzuu açmıyorsun ki konuşayım zaten.”

“Öyle mi Reşad?” dedi Cengiz, “Al bakalım o zaman sana mevzu. Bana şu Kürt Devleti hayalinin nasıl hayata geçeceğini baştan anlat ha. Hem de hiç acele etme. Zamanımız bol. Uzun uzun anlatabilirsin yani.”

“Ağbi nesini anlatayım ki? Zaten bu soruyu öyle inançsız soruyorsun ki, insanın anlatası da kalmıyor bir bakıma. Bir kere bu iş hayal filan değil, bunu bilmen gerekirdi şimdiye kadar konuştuklarımızdan.”

“Bana göre düpedüz hayal ama Reşad. Aksini kanıtla da beni inandır o zaman bakalım.”

“Cengiz ağbi, hata yapıyorsun.”

“Öyle mi Reşad? Ne hatası yapıyormuşum peki?”

“En baştan hatalısın bir kere. Sanki benimle dalga geçermiş gibi soruyorsun soruyu. Öyle ‘hayal-mayal’ diye konuyu küçümsediğini belli ederek başlıyorsun işe. Bu da, tipik bir Türk davranışı işte. Sizler sanıyorsunuz ki; böyle düşünerek, böyle davranarak kaçınılmaz bir şeyi engellemeniz mümkün olabilecek. Hâlbuki hiç de öyle değil durum. Ve açık konuşmak gerekirse; sizin bu tutumunuz, aslında bir Kürt Devleti’ni oluşturmaya çalışanların işine geliyor. Hem de çok.”

“Nasıl yani Reşad? Aç bakalım bu konuyu biraz, o zaman.”

“Yani siz böyle bir tür gülümsemeyle gelişmeleri seyrederken, birileri Kürt halkının bilinçlendirilmesi işini rahatlıkla yürütüyor. Ama eninde sonunda uyanacaksınız tabii. Ne var ki, o zaman çok geç olmuş olacak. Yapabileceğiniz tek şey de, kusura bakma ama, dövünmek olacak.”

“Reşad,” dedi Cengiz biraz kızarak, “Sana konuyu aç dedim. Durmadan aynı şeylere tekrarla demedim ki.“

“Biliyor musun Cengiz ağbi, aslında bakmayı bilseniz, tarih boyu yaşadıklarınızı hatırlasanız, benim hiç bir şey anlatmama gerek kalmadan da sizi bekleyen sonun ne olacağını açıkça görürsünüz. Ama ilginç bir şekilde bunu yapan kimse yok Türkler’in içinde. Nedeni belli olmayan bir güven duygusu yaratıp bunun arkasına sığınıyorsunuz işte. ‘TC’ye bir şey olmaz’ diye inandırmışsınız kendinizi bir kere. Buna inanınca da, gerçekten hiç bir şey olmazmış gibi geliyor. Bu da, Türkler açısından yanlış, kendilerine bir Devlet kurmak isteyen Kürtler açısından ise çok büyük bir avantaj. Onu anlatmaya çalışıyorum sadece.”

Durup biran düşündü Cengiz. Reşad’ın ne demek istediğini anlamaya başlıyordu. Birden rahatsızlık duymasına neden olmuştu bu. Başını çevirip yanında oturan adamın, yalnızca arabanın tablosundan gelen hafif renkli ışıklarla aydınlanan yüzüne baktı. Ciddi görünüyordu ifadesi.

“Bir dakika dur Reşat,” dedi sonra, “Yani sen şimdi demek istiyorsun ki, biz kendimize güvenmeyi öyle bir boyuta getirmişiz ki; bu bizi adeta körleştirmiş, öyle mi? Yani ne tehlikeyi, ne de bunun boyutunu kavrıyoruz. Hatta daha da ileri gidelim hadi, tehlike olduğunun farkında bile değiliz. Bunları mı söylemek istiyorsun?”

“Aşağı yukarı Cengiz ağbi. Yani bir bakıma.”

“Peki, bunları neden anlatıyorsun ki sen bana? Duyan da bizim için üzüldüğünü sanır neredeyse.”

“Ağbi sen soruyorsun, ben anlatıyorum işte. Yoksa neden üzüleyim ki? Aksine bu benim de işime gelir tüm Kürk halkının işine geldiği gibi.”

“Yani demek istiyorum ki Reşad, bunları bana anlatınca; sanki beni, yani bizi uyarmak istiyormuşsun gibi bir hava çıkıyor ortaya. Ondan sordum bunu işte.”

“Cengiz ağbi ben bunları sana anlatıyorum. Seni sevdim işte, bunu biliyorsun.”

“İyi de oğlum, ben tutup bunları yazarım ve Türk halkını uyarırım diye de mi korkmuyorsun?”

“İstediğin gibi yazabilirsin ağbi. Bir faydası olmaz nasıl olsa. Bu kendine güven hikâyesi çok tehlikelidir biliyor musun? Bir kere yakalandığında asla kurtulamayacağın bir hastalık gibidir yani.”

“O zaman bu geldiğimiz oyunların, yediğimiz numaraların neler olduğunu anlatmayacaksın demektir Reşad. Öyle ya, anlıyorum ki, Türkler’in durumu kavramasını hiç istemezsiniz sizler.”

“Yine yanıldın Cengiz ağbi,” dedi Reşad gülerek, “İstersen anlatırım tabii. Üstelik sana bunu bir kere anlattım da önceden. Hatırlıyor musun? Örnekler de vermiştim üstelik. Balkanlar’ın Osmanlı’dan nasıl koparıldığıyla ilgiliydi.”

“Yine aynı konu ve yine aynı hayaller öyle mi Reşad. Hatırlıyorum elbette ki. Ama doğruyu söylemek gerekirse, ciddiye alınacak bir şey görmüyorum bunda. Saçma sapan hayaller ve varsayımlara dayalı bir teori işte.

“Bak yine haklı çıkıyorum Cengiz ağbi,” dedi Reşad, “Tipik bir Türksün sen. Kendine güven duygusu içine işlemiş. Hatta körleştirmiş seni. Tüm iyi niyetimle anlatmaya çalıştığımda bile bunu saçma olarak değerlendirip, görmezden geliyorsun.” 

Elinde olmadan gaz pedalındaki ayağını kaldırdığını farketti Cengiz. Ne diyordu bu herif yine böyle? Hem sinirlenmişti, hem de gerçekten meraklanmıştı. Tüm vücudunun gerildiğini hissediyordu.

“Oğlum bırak şimdi böyle büyük büyük laflar etmeyi de, anlat bakalım,” dedi sinirli bir sesle. 

        “Boş konuşmuyorum ben Cengiz ağbi. Osmanlı’nın neye güvendiğini bilmem ama, sizin, yani Cumhuriyet kuşaklarının neler düşündüğünü, neden kendinize bu kadar güvenmeye meyilli olduğunuzu çok iyi farkındayım.”

        “Öyle mi Reşad?” diye adeta hırladı Cengiz. “Anlat bakalım o zaman da biz de öğrenelim.”

        “Anlatayım Cengiz ağbi. Ama bana kızmanı istemem. İnan ki yalnızca seni uyandırmak istiyorum, o kadar. Ama n’olursun sözümü kesmeden dinle biraz, olur mu?”

        “Tamam ulan. Kesmiycem sözünü, oldu mu?”

        "Sizin güven duygunuzun altında yatan şey, TC’nin kuruluş sürecinde yaşanan olaylar, imkânsızlıklar karşısında pes etmeyerek sonunda zafere ulaşan kadrolar ve onların sonuçta ulaştıkları göz kamaştırıcı başarı.”

        “Hah şöyle, dedi Cengiz, “Yola gel bakalım.

        “Ağbi, hani sözümü kesmeyecektin?”

        “Haklısın. Sustum işte.”

        “Ne Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecini, ne de o işi başaran kadroları unutmuyorum elbette ki,” dedi Reşad, “Ayrıca o müthiş devrimin liderine hiç sözüm yok. Ama sizin farkında olmadığınız ne, biliyor musun ağbi? O lider öleli çok oluyor. Kadrolar da eridi gitti. Liderin yerleştirdiği kavramlar ise artık yalnızca kulağa hoş gelen tekerlemeler gibi. Mevcut duruma bakacak olursan, Türkler bu tekerlemeleri ikide birde tekrarlayarak, yalnızca tekrarlayarak her türlü sorunun üstesinden geleceklerine inanıyorlar."

        "Kadrolar eridi de ne demek şimdi Reşad? En azından bizzat Atatürk'ün, yani o liderin kurduğu, ilkelerini saptadığı bir parti hala önemli bir yer tutuyor siyasi yaşamda. Bunu unutuyor gibisin."

        "Bak bunu sorduğun iyi oldu Cengiz ağbi. Unutmuyorum elbette ki.. Ama galiba sen 1950'den beri bu partinin kayda değer hiç bir başarı kazanamadığını unutuyorsun. Zaten bende kadrolar bitti, tümüyle tükendi demiyorum ki. Eridi diyorum. Bu, pek çok şey için mükemmel bir ortam oluşturuyor. Yani mükemmel derken, siz Türkler için değil, Türkiye’yi parçalamak isteyenler için demek istiyorum."

        Bir süre sustu Reşad. Sanki Cengiz’in müdahale etmesini bekler gibiydi. Gözlerini dikmiş yüzüne bakıyordu sürekli.

        “Devam et Reşad,” dedi Cengiz gülerek, “Sözünü kesmeyecektim ya…”

        "Tamam devam ediyorum o zaman. Bak ağbi, hatırlıyor musun ilk adım neydi? Etnik bilincin filizlenmesini sağlamaktı, öyle değil mi? Bu farkındaysan epey zaman önce başarıldı. Hem de Türkiye'nin buna en uygun bölgesinde, Kürdistan'da başarıldı. Etnik bilinç filizlenince de, küçük küçük ve ilintisiz gibi görünen şiddet olayları başladı. Sizler bunu ilk başlarda basit eşkıyalık uygulamaları olarak tanımlamaya çalıştınız. Sonra da, kısaca terör dediniz. Ama, farkında olmadan yalnızca kendinizi kandırıyordunuz yine. Etnisizmin fitilinin ateşlendiğini ve artık patlamadan durdurulamayacağını görmek istemiyordunuz. Ya da daha doğrusu, görmezden gelerek bundan sıyrılabileceğinize inanarak kendinizi kandırmaya çalışıyordunuz, tıpkı senin Rumeli dediğin o bölgede de yapmış olduğunuz gibi. Kafayı kuma gömmekle kurtulunabilseydi, hiç bir deve kuşu ölmezdi. Bir yerlerde okumuştum, devekuşları kafalarını kuma saklandıklarını sanarak değil, ölümlerini görmemek için gömerlermiş meğer. Belki siz de öyle yapıyorsunuz, bilmiyorum. Baksana; sen bile, bu kadar çok şeyi bu kadar iyi bilen sen bile, olayı görmezden geliyorsun işte. Temelinde Kürt halkının bağımsızlığını amaçlayan PKK'nın, tıpkı o Bulgar Komitacılar gibi, hemen sınırın ötesindeki bir ülkede, Suriye'de üslendiğini ve aynı vur-kaç yöntemlerini uyguladığını görmezden geliyorsun."

        "Susuyorum demiştim ama, beni kızdırıyorsun Reşad," dedi Cengiz, "Bu dediğine iki noktadan itiraz ediyorum. Birincisi artık ömrünü doldurmuş, çökmenin eşiğine gelmiş bir Osmanlı Devleti'nin ve onun şaşkın Padişahı'nın değil, özellikle askeri alanda bölgesinin en güçlüsü konumunda olan Türkiye Cumhuriyeti'nin ve onun günümüzün olanaklarından yararlanan liderlerinin söz konusu olduğunu görmezden geliyorsun. Bu sonuncuyu özellikle vurguluyorum, çünkü Türkiye'nin liderlerinin yeteneklerinin yetersiz kaldığı noktada ona yardımcı olacak, doğru yolu gösterecek, hatta gerekirse elinden tutup oraya doğru çekerek götürecek, kemik kadar sağlam bir Devlet mekanizması var. İkincisi ise bence Türkiye'nin sınır komşuları arasında senin bu vur-kaç ekibinin üslenebileceği en kötü seçim Suriye. Unutma ki iş o son noktaya, yani savaş zorunluluğuna dayanacak olursa; Suriye, Türkiye açısından en kolay lokma olur bence."

        "Bak bunları söylediğin iyi oldu ağbi. Evet, artık Osmanlı yok TC var. Evet, şaşkın Padişah’ın yerini de cumhurbaşkanları, başbakanılar almış, haklısın. Ama bunların yetenekleri konusunda pek seninle aynı fikirde değilim. Hata yaptıklarında onları doğru yola çekebilecek Devlet mekanizmasına gelince. Haklısın, Cumhuriyet kurulurken bunun temeli de atılmıştı. Ama sonra ne oldu peki? Sen siyasetçilerin ağzından seçilmişlerin her zaman atanmışlardan daha önemli olduğunu anlatan sözleri hiç duymadın mı ki bunu söyleyebiliyorsun? Evet, sayıları giderek azalsa bile, TC böyle adamlardan oluşan bir mekanizmaya sahip hala. Ama Türkiye'yi yönetenler bunu kullanmak istemiyorlar ki. Bak bu çok önemli bir konu Cengiz ağbi. O kadar önemli ki, sonuçta Türkiye'yi artık bugünkü parçalanmaya hazır konumuna getiriyor. Suriye konusuna gelince. Tamamen haklısın burada. Ama bilmediğin şey, Suriye'nin yalnızca bir geçiş süreci anlamına geldiği. Sınırın fiziki yapısı da çok uygun değil zaten. Asıl hedef, üslenmenin Irak'a kayması. En başta, Kürtler'in daha yoğun olduğu bir bölge orası. Sonra, Barzani gibi, Talabani gibi, başkaldırı ve isyan konusunda deneyimi olan liderler var orada. Gerçi arada birbirlerine düşüp sürece zarar verdiler ama, yine de savaşı bilirler. Yani kısacası, daha önceden de söylediğim gibi, Büyük Kürdistan'ın çekirdeği Irak'ta kurulacak ve yayılarak Türkiye Kürdistanı'nı da içine alacak.

        "Hatırlıyorum bunu Reşad," dedi Cengiz gülerek, "Söylemiştin. Ama ben de sana bunun olanaksız olduğunu anlatmaya çalışmıştım değil mi? İstersen baştan alayım. Irak'ta Saddam diye biri var. Gaddar bir diktatör ve Amerika'nın bir numaralı adamı. Bu da doğal çünkü Irak demek, Amerika'nın gözünde petrol demek. Şimdi hal böyleyken sen Amerika'nın Irak toprakları içinde bir Kürt Devleti kurulmasına izin vereceğini düşünürsen, bence aklından zorun var demektir. Kendi bindiği dalı keser mi hiç Amerika?"

        "Kesmez elbette Cengiz ağbi. Ama acaba sen Amerika'nın bindiği dalın aslında hangisi olduğunun farkında mısın? Bence sorun burada işte. Durumu tam kavrayamıyorsun. Yalnız sen değil tabii, genelde siz Türkler kavrayamıyorsunuz. Amerika'nın asıl bindiği ama etrafa çaktırmamaya çalıştığı dal, o bölgede, yani petrolün olduğu yerde, kendinden başka hiç bir gücün olmadığı bir ortam oluşturmak. Bunun için de, ileride tehdit haline gelebilecek bir TC'nin önceden bertaraf edilmesi gerekiyor. Tam burada da, Avrupa ülkelerinin yüzyıllık hayalleriyle Amerikan çıkarlarının buluşması gibi zor bulunur bir avantaj çıkıyor ortaya. Öyle bir şey ki bu, sonuçta herkes mutlu olacak yani. Bu nedenle de, iş o aşamaya geldiğinde, inan ki Amerika'nın Saddam'a karşı tavrı da değişecektir. Ve yine kuşkun olmasın, Avrupa ülkeleri de, bunun yürekten destekleyecektir."

        "Türkiye'yi parçalamaktan söz ediyorsun yine Reşad. Yani sadece Kürdistan dediğin bölgeyi koparmakla da kalmıyor galiba bu planlar öyle mi?"

        "Aynen öyle Cengiz ağbi. Mantık basit. Ne kadar çok parçalanırsa, o kadar iyi hatta. Küçük ve güçsüz ülkecikler en ideali. TC'nin etnik yapısı zaten parçalanmaya elverişli."

        "Reşad bence iyice uçuyorsun sen," dedi Cengiz şaşkınlıkla, "Türkiye'nin buna izin vereceğine inanmak mümkün mü?"

        "Mümkün Cengiz ağbi. Belki bugün bunun için uygun ortam yok hala. Ama yarın ne olacağını bilemeyiz değil mi?"

        "Yarın parçalanmayı mümkün kılabilecek kadar büyük bir değişiklik mi olacak yani Reşad? Akıl almaz sözler bunlar. Deli saçması gibi. Cumhuriyet kadroları ne kadar erimiş ve azalmış olursa olsun, buna izin vermez. Bunun için çok büyük bir değişiklik olması gerekir. Ve kusura bakma ama ben bu kadar büyük bir değişikliğin olmasına ihtimal veremiyorum."

        "Farkındayım Cengiz ağbi," dedi Reşad, "Ama çok önemli bir noktayı hesaba katmadığını da farkındayım."

        "Öyle mi? Neymiş o peki çok önemli nokta?"

        "Din ağbi. Daha doğrusu senin karşı devrimciler diye tanımladığın kişilerin oluşturduğu ve genelde saf dindar insanları sömürerek onları müthiş bir potansiyel güç haline getiren hareket. Bunların Türkiye'yi ele geçirmeleri için gereken tek şey, hâkim güçlerin biraz destek vermesi. O desteği buldukları an inan ülkeyi ele geçirecekler ve sonra da kaçınılmaz sona, yani bölünmeye giden yol açılmış olacak. Unutma ağbi, insanları en kolay inançlarını kullanarak kandırabilirsin. Öyle ki, doğru yaptıklarını sanarak aslında senin çıkarlarına hizmet ederler. Acı ama gerçek bu. Sonunda kendilerini hiç de hesaplamadıkları bir noktada bulduklarında bile ayılmaz bunlar."

        "Ne yani Raşad? Önce dinci kadroların Türkiye'de yönetimi ele geçireceğini mi söylemek istiyorsun. Buna ancak gülerim işte. Mümkün değil. Cumhuriyet, bu tehlikeye karşı gereken tüm önlemleri almış bir sisteme sahiptir. Söz konusu bile olamaz bu dediğin."
        "Evet, işte tam da bu cevabı bekliyordum benden Cengiz ağbi. Dedim ya, siz kendinize güvenmeyi öyle bir boyuta getirmişsiniz ki, bu sizin kaybetmenize neden oluyor."

        Sustular. Cengiz'in iyiden iyiye canı sıkılmıştı. Dikkatini yeniden yola vermek bir tür çözüm gibi göründü gözüne. Elini uzatıp CD çaların sesini biraz daha açtı sonra. Konsantre olabilirse, müziğin iyi geleceğini ve kafasının içini boşaltmasına yardımcı olacağını biliyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder